20 Ağustos 2015 Perşembe

SERMAYESİNİ ARTIRMADIĞI İÇİN MÜNFESİH OLAN ŞİRKETİN İHYASI NASIL OLACAK ?

MESLEKTAŞ SORUSU...
arkadaşlar sermayesini artırmadığı için münfesih olan şirketin ihyası nasıl olacak
BEKİR ÖZÇALIK
BAĞIMSIZ DENETÇİ / S.M.M.M.



sayın meslektaşım...
6103 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun(3)’un “Asgari Sermaye” başlıklı 20/I. maddesinde; “Anonim ve limited şirketler, Türk Ticaret Kanunu’nun yayımı tarihinden itibaren üç yıl içinde sermayelerini, anılan Kanun’un 332 ve 580. maddelerinde öngörülen tutarlara yükseltirler; aksi halde mezkur sürenin sonunda infisah etmiş sayılırlar.” hükmüne yer verilmiştir.
6552 sayılı Kanun’un 134. maddesi ile TTK’ya geçici 10. madde eklenmiştir. Söz konusu geçici madde; “14.02.2014 tarihine kadar Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre yapılması gereken sermaye artırımlarını herhangi bir nedenle yapmamış olan şirketler hakkında asgari sermaye şartını bu maddenin yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde yapmaları halinde fesih işlemi uygulanmaz. Sermaye artırımında bulunmaması nedeniyle ticaret sicili kaydı silinenlerin de bu süre içinde sermaye artırımı için başvurmaları halinde kayıtları resen yeniden oluşturulur.” şeklindedir.
Dolayısı ise sürenin geçmiş olmasından dolayı ,ne kadar şirketler infisah sayılsa dahi ,şirketlerin TÜZEL KİŞİLİĞİ sona ermediğinden şayet ŞİRKETDEN ALACAKLILAR var ise Şirketin yeniden İHYASI için Tasfiye Memuru ile Ticaret Sicil Müdürlüğünü HASIM göstererek DAVA açabilirler.bu sayede şirkette gereken sermaye artırımı yapacağından resen yeniden oluşma söz konusu olabilir diye düşünmekteyim....

Saygılarımla

Hikmet Yıldırım KILINÇARSLAN
           SMMM

ŞİRKET İHYASI İÇİN DAVA DİLEKÇESİ ÖRNEĞİ

Şirket İhyası Dava Dilekçesi Örneği

İhya Dava Dilekçesi Örneği

İhya Davası 2015





Aşağıda şirketin tüzel kişiliğinin ihyası için dava dilekçesi örneği yer almaktadır. Örnek kesin bir örnek olmayıp olaylara göre farklılık göstermektedir.Aşağıdaki dilekçenin mahkemelerce kabul ya da red edilmesi durumunda web sayfamızın hiçbir sorumluluğu bulunmamaktadır.Aşağıdaki örnek sadece esinlenme amacı ile oluşturulmuştur.



NÖBETÇİ ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ’NE

İSTANBUL



DAVACI                   :………….



DAVALI                   : …Ticaret Sicili Müdürlüğü



KONU                       :Şirketin ihyası davasıdır.



İZAHI



Şirketimiz …ticaret sicili müdürlüğünün …..sicilinde kayıtlı bir anonim şirkettir. Şirket …….tarihinde .. Noterliği’nin …sayı…tarihli kararı ile ticaret sicili müdürlüğünde tasfiyeye girmiş ve tasfiye işlemleri …tarihinde ticaret siciline tescil edilmiştir. Yasal 1 yıllık süre geçtikten sonra şirketin kaydı ….tarihinde silinmiştir. Ancak daha sonra tespit ettiğimiz harici bulgulara göre şirket adına kayıtlı olduğunu öğrendiğimiz ….trafik tescil müdürlüğüne kayıtlı….şasi nolu….motor numaralı,…..ruhsatlı bir adet ….marka araç olduğunu öğrendik.Söz konusu aracın satış ve devir işlemlerini yapmak üzere şirketin tasfiye haline dönüşmesi ve tüzel kişiliğinin TTK’nın 224 ve 445. maddeleri anlamında ihyası gerekmektedir.

Yine davası devam eden bir iş davası mevcuttur.Anılan dava İstanbul….İş Mahkemesi’nin….esas numarası ile devam etmektedir.Şirkete tebligat yapılamadığından 6100 sayılı HMK’nın 52 ve 54. maddeleri hükmünün yerine getirilmesine gerek kalmaksızın şirketin ihyası gerekir.



HUKUKİ DELİLLER        : Şirket kayıtları, Ticaret sicili müdürlüğü kayıtları,vergi kayıtları,ticari defter ve belgeler,pay defteri,tanık beyanları,bilirkişi incelemesi ve raporu,trafik kayıtları,derdest dosya vs hukuki her türlü delil



HUKUKİ SEBEPLER        :TTK,HMK,Türk Medeni Yasası vs ilgili yasa hükümleri



SONUÇ                                 :        



Sunduğumuz nedenlerle;



….Ticaret Sicili Müdürlüğünün ……sicilinde kayıtlı ………………unvanlı şirketin tüzel kişiliğinin ihyasına karar verilmesini saygılarımla arz ederim.



Davacı Asil


Kaynek:http://www.ticaretsicili.net/

BOŞ MUHTASAR BEYANNAME VERİLEBİLİR Mİ ?

Soru : Muhtasar beyannameyi vermeyi gerektirecek ( İşçi, kira vs ) olmamasına rağmen her ay boş olarak beyannameyi veriyoruz. Verilmemesi gerektiğini duymuştum ne yapmalıyım ?
Cevap :
İlgili döneme beyan edilecek bir verginiz olmadığı için döneminde muhtasar beyannamenin verilmeyeceğine ilişkin dilekçe vermeniz gerekiyor.
Dilekçe örneği 
……. VERGİ DAİRESİ MÜDÜRLÜĞÜNE / …….
Dairenizin ………………………………. mükellefiyim. ………. 2015 – ……….2015 dönemine ait stopaj kesintisi olmadığından bu döneme ait Muhtasar Beyannamesi vermeyeceğim.
Gereğini bilgilerinize arz ederim.
Bu konuda verilmiş danıştay kararları ve özelgeler
Antalya Defterdarlığı’nın 2003 yılına ait  B.07.4.DEF.0.07.11/GVK.Öz.03./ sayılı muktezasında;  “…… muhtasar beyanname verilmesi vergi tevkifatının yapılmasına bağlıdır.   Bu nedenle, gelir vergisi kanununun 94 üncü maddesinde sayılan ödemelerin nakden veya hesaben  yapıldığı dönemlerde yapılan vergi tevkifatı için muhtasar beyanname verilmesi gerekir. Ödeme ve vergi tevkifatı yapılmayan dönemler için muhtasar beyannamesi verilmesine gerek bulunmamaktadır. “
İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığının B.07.1.GİB.4.34.l6.01/GVK-98 sayılı muktezasında;  “……tevkifata tabi herhangi bir ödemenin veya tahakkukun bulunmadığı aylar için muhtasar beyanname verme zorunluluğu bulunmamaktadır.”
Danıştay 4.Dairesinin 15.02.2005 yılına ait 2005/217 K., 2004/1424 E  kararı;
“……işçi ücretlerine ilişkin muhtasar beyanname verilmesi için işçi çalıştırıldığının ve ücret ödendiğinin veya tahakkuk ettiğinin belirlenmesi gerekmektedir. Tevkifata tabi bir ödemede bulunmayanların muhtasar beyanname verme yükümlülüğünden ve beyanname verilmemesi halinde ise re’sen takdir nedeninin bulunduğundan söz edilemez.”
Danıştay 4. Dairesinin 03.12.1998 tarih E. 1997/4444 K. 1998/4757 kararı “ …….muhtasar beyanname ile bildirilecek bir ödeme yapıldığı konusunda idarece herhangi bir tespit bulunmadığı dolayısıyla kurumun beyanname verme zorunluluğunun söz konusu olamayacağı ….…” yönündedir.
Kaynak: www.Muhasebex.com

18 Ağustos 2015 Salı

İŞ SÖZLEŞMELERİNE CEZAİ ŞART KONULABİLİR Mİ ?(YARGITAY 9 HUKUK DAĞ.)

İŞ SÖZLEŞMELERİNDE CEZAİ ŞART KONULABİLİRMİ /İŞÇİ İÇİN BU DURUM HAKLI FESİH NEDENİ OLABİLİRMİ?

YARGITAY 9. Hukuk Dairesi
ESAS: 2012/33025
KARAR: 2014/26136

Davacı ve karşı davalı, ihbar tazminatı, cezai şart alacaklarının, davalı ve karşı davacı ise, fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, her iki davayı kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı ve karşı davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi M.Kılınç tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

A)Davacı isteminin özeti:

Davacı karşı davalı vekili, taraflar arasında düzenlenen 10.06.2009 tarihli sözleşme gereğince davalının sözleşme tarihinden itibaren fizyoterapist olarak görev yaptığını, 24.01.2011 tarihinde iş akdini feshettiğini bildirir ihtarname gönderdiğini, İş Kanunu gereği gönderilen ihbarın şirkete tebliğinden itibaren 15 günlük çalışma süresi devam etmesi gerekirken davalı tarafından şirkete dilekçe verilerek ihbar süresince çalışmayacağını ve iş akdini 24.01.2011 itibariyle sona erdirdiğini, cezai şartı ayrıca ödeyeceğini bildirdiğini iddia ederek ihbar tazminatı ve haksız fesih nedeniyle sözleşmenin 11. Maddesi gereğince fesih tarihinde geçerli olan aylık maaş tutarının 3 katı tazminatın faiziyle tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

B)Davalı cevabının özeti:

Davalı karşı davacı vekili, müvekkilinin ihbar süresince çalışmasına işveren şirketin mani olduğunu, davalının KPSS sınavını kazandığını ve kamu personeli olmak için işten ayrılmak istediğini şirket yetkililerine bildirdiğini, önce bu talebinin anlayışla karşılandığını, ancak daha sonra şirket yöneticilerinin tavrının değiştiğini, bunun üzerine davalı için zaten başından beri çekilmez olan iş koşullarının daha da çekilmez bir hal aldığını, şirket yetkililerince sürekli psikolojik baskı uygulandığını, yöneticilerin iş hayatının gerektirdiği nezaket kurallarından hayli uzak davranışlarına müvekkilinin daha fazla dayanamadığını, öyle ki yöneticilerin davranışları nedeniyle müvekkilinin vertigo hastalığına yakalandığını, bahsi geçen davranışların mobbing olarak nitelendirildiğini, müvekkilinin ihbarda bulunduğunu ve ihbar süresi içinde çalışmak istediğini, ancak işverenin bu ihbarnamenin tebliğinden sonraki 15 günlük ihbar süresi içinde davalının çalışmasına izin vermediğini, ihbar tazminatı ve cezai şart taleplerinin reddi gerektiğini, taraflar arasında akdedilen iş sözleşmesinin cezai şarta dair maddesinin hem fahiş bir cezai şart öngörmesi, hem de sözleşme imzalanırken zayıf durumda bulunan işçinin korunması ilkesi gereğince uygulanamayacağını, sözleşme süresinin 2 yıl olduğunu, davalının 1,5 yıl çalıştıktan sonra sözleşmenin bitimine yaklaşık 6 ay kala işten ayrılmak zorunda bırakıldığını, davalının 3 aylık ücreti tutarında cezai şarta mahkum edilmesinin ekonomik olarak mahvına neden olacağı gibi, hakkaniyete de aykırı olduğunu iddia ederek davanın reddine, karşı davalarının kabulü ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti ve fazla mesai ücreti alacağının faiziyle tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

C)Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile ihbar tazminatı ve ½ oranında indirim yapılarak cezai şart alacağının tahsiline, karşı davanın kısmen kabulü ile genel tatil ücreti alacağının tahsiline karar verilmiştir.

D)Temyiz:

Karar davalı karşı davacı tarafından temyiz edilmiştir.

E)Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı yasal gerektirici nedenlere göre davalı karşı davacının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-İş sözleşmesinde kararlaştırılan cezai şartın koşullarının oluşup oluşmadığı ve indirim hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Cezai şart öğretide, mevcut borcun ifa edilmemesi veya eksik ifası halinde ödenmesi gereken mali değeri haiz ayrı bir edim olarak tanımlanmıştır (Tunçomağ, Kenan: Türk Hukukunda Cezai Şart, İstanbul 1963).

Cezai şart Borçlar Kanunun 158 – 161 inci maddeleri arasında düzenlenmiş olup, İş Kanunlarında konuya dair bir hükme yer verilmemiştir. İş hukuku açısından Borçlar Kanunun sözü edilen hükümlerini uygulamakla birlikte, Dairemizce bazı yönlerden İş hukukuna özgü çözümler üretilmiştir. İş hukukunda “İşçi Yararına Yorum İlkesi”nin bir sonucu olarak sadece işçi aleyhine yükümlülük öngören cezai şart hükümleri geçersiz sayılmış ve bu yönde yerleşmiş içtihatlar öğretide de benimsenmiştir. Hizmet sözleşmeleri açısından cezai şartla ilgili olarak 818 sayılı Yasada açık bir hüküm bulunmaz iken, Dairemizin uygulamasına paralel olarak; 1 Temmuz 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 420 nci maddesi “Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.” hükmünü getirmiştir. Bu itibarla hizmet sözleşmelerine işçi aleyhine konulan cezai şartlar geçersiz, işçi lehine konulan cezai şartlar ise geçerli kabul edilmelidir.

Cezai şartın işçi ve işveren hakkında ve iki taraflı olarak düzenlenmesi gereği, işçi aleyhine kararlaştırılan cezai şartın işveren aleyhine kararlaştırılandan daha fazla olmaması sonucunu da ortaya koymaktadır. Başka bir anlatımla işçi aleyhine olarak belirlenen cezai şartın, koşulları ve ceza miktarı bakımından işverenin sorumluluğunu aşması düşünülemez. İki taraflı cezai şartta işçi aleyhine bir eşitsizlik durumunda, cezai şart hükmü tümden geçersiz olmamakla birlikte, işçinin yükümlülüğü işverenin sorumlu olduğu miktarı ve halleri aşamaz.

İşçiye verilen eğitim karşılığı belli bir süre çalışması koşuluna bağlı olarak kararlaştırılan cezai şart tek taraflı olarak değerlendirilemez. İşçiye verilen eğitim bedeli kadar cezai şartın karşılığı bulunmakla eğitim karşılığı cezai şart hükmü belirtilen ölçüler içinde geçerlidir. 

Gerek belirli gerekse belirsiz iş sözleşmelerinde, cezai şart içeren hükümler, karşılıklılık prensibinin bulunması halinde kural olarak geçerlidir. Ancak, sözleşmenin süresinden önce feshi koşuluna bağlı cezai şartın geçerli olabilmesi için, taraflar arasındaki iş sözleşmesinin belirli süreli olması zorunludur. Asgari süreli iş sözleşmelerine de aynı şekilde hükümler konulması mümkündür.

4857 sayılı İş Kanununun 21 inci maddesinde, kesinleşen işe iade kararı üzerine işçinin başvurusuna rağmen bir ay içinde işe başlatılmaması durumunda, işçiye en az dört aylık ve en çok sekiz aylık ücreti tutarında tazminat ödeneceği öngörülmüştür. Aynı maddenin son fıkrasında ise, sözü edilen düzenlemenin mutlak emredici olduğu ve sözleşmelerle hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Bu itibarla iş güvencesine tabi işçiler yönünden toplu iş sözleşmesinin iş güvencesi sağlayan hükümlerinin, Yasanın bu düzenlemesi karşılığında bir değeri kalmamıştır. 

Borçlar Kanununun 161 inci maddesine göre, taraflar cezanın miktarını seçmekte serbesttirler. Buna göre belirli süreli iş sözleşmesinin kalan süresine ait ücretlerinin ya da bunun katlarının ödenmesi gerektiği yönünde ceza miktarı belirlenmesi mümkündür. Böyle bir cezai şart hükmü, Borçlar Kanunun 325 inci maddesine göre talep konusu yapılabilecek olan sözleşmenin kalan süresine ait ücret isteğinden farklıdır. Bu durum, konuya dair yasal düzenlemenin tekrarı mahiyetinde de değildir. Gerçekten tarafların iradesi özel biçimde cezai şart düzenlemesi yönünde ortaya çıkmış olmakla, iradeye değer verilmeli ve cezai şart hükümlerine göre çözüme gidilmelidir. İşçinin bakiye süre ücreti ölçüt alınarak kararlaştırılmış olan cezai şarttan başka, sözleşmenin kalan süresine ait ücretlerin de Borçlar Kanununun 325 inci maddesine göre talep edilip edilemeyeceği sorununa değinmek gerekir ki, koşulların varlığı halinde sözleşmenin kalan süresine ait ücretlerin ayrıca talep edilebileceği kabul edilmelidir. Gerçekten, Borçlar Kanununun 158/II maddesine göre, borcun belli zaman ve yerde ifa edilmemesi hali için cezai şart kararlaştırılmışsa, alacaklı hem ifa hem de cezai şartı talep edebilecektir. 

Borçlar Kanunun 161/son maddesinde ise, fahiş cezai şartın hâkim tarafından tenkis edilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır. İş hukuku uygulamasında işçi aleyhine cezai şart düzenlemeleri bakımından konunun önemi bir kat daha artmaktadır. Şart ve ceza arasındaki ilişki gözetilerek, işçinin iktisadi açıdan mahvına neden olmayacak çözümlere gidilmelidir. İşçinin belli bir süre çalışması şartına bağlanan cezalardan, sözleşme kapsamında çalışılan ve çalışması gereken sürelere göre oran kurularak indirime gidilmelidir.

Somut olayda, taraflar arasında düze
nlenen iki yıl asgari süreli nitelik taşıyan iş sözleşmesinde sözleşmenin kararlaştırılan nedenler dışında sona erdirilmesi halinde ücretin 3 katı tazminatın karşılıklı ödenmesi kararlaştırılmış olup, işçi 2 yıllık asgari sürenin bitiminden önce ancak 1 yıl 6 ay 25 gün çalışarak sözleşmeyi feshettiğine göre cezai şartın çalışılan süreye orantılandırılarak belirlenen tutardan ayrıca indirim hususunun değerlendirilmesi gerekeceğinin gözetilmemesi bozmayı gerektirmiştir.

F)SONUÇ:
Hükmün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 10.09.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

BORÇLU MÜTEAHHİDE KALACAK DAİRELER ÜZERİNE HACİZ KONULABİLİR Mİ? (YARG.12 HUKUK DAĞ.)

ÖZET:Kat karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle BORÇLU müteahhide kalacak daireler üzerine HACİZ konulamaz. Çünkü kural olarak, İLERİDE DOĞMASI muhtemel bir HAK üzerine haciz konulamaz. 




T.C
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2004/5939 
KARAR NO:2004/10281
KARAR TARİHİ: 26.4.2004
Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin taraf vekillerince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire`ye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:
1- Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, temyiz olunan kararda yazılı gerekçelere göre, alacaklı vekilinin yerinde bulunmayan temyiz sebeplerinin REDDİNE,
2- Müşteki vekilinin temyiz isteminin incelenmesinde ise; kural olarak ileride doğması muhtemel bir hak üzerine haciz konamaz, bu nedenle kat karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle borçlu müteahhit şirket lehine düşecek daireler üzerine haciz konulamaz. Mahkemece şikayetin bu kurallar doğrultusunda incelenip, sonuçlandırılması gerekirken, anılan kurallara aykırı gerekçeyle reddi isabetsizdir.
SONUÇ: Müşteki-şikayetçi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda 2 no`lu bentte yazılı nedenle İİK 366 ve HUMK`nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 26.04.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

17 Ağustos 2015 Pazartesi

SERBEST DOLAŞIMA GİRİŞ BEYANNAMESİ ;GÜMRÜK ,KDV,ÖTV VERGİLERİ ((DANIŞTAY VERGİ.D.GEN.K.)

DANIŞTAY Vergi D.Gen.Kur. 
ESAS: 2013/431
KARAR: 2014/175

İstemin Özeti : Davacı adına tescilli 11.12.2002 gün ve 10690 sayılı serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşyanın kıymetinin noksan beyan edildiğinden bahisle yapılan gümrük, katma değer ve özel tüketim vergileri ek tahakkukuna vaki itirazın reddi yolundaki işlem davaya konu yapılmıştır.

Davayı inceleyen ... 1.Vergi Mahkemesi 26.08.2009 günlü ve E:2008/898, K:2009/1058 sayılı kararıyla; 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 197'nci maddesinin 2'nci fıkrasında, gümrük vergilerine ilişkin tebligatın gümrük yükümlülüğünün doğduğu tarihten itibaren üç yıl içinde yapılacağının belirtildiği, davaya konu ek tahakkukun zamanaşımı süresi içinde yapılıp yapılmadığının tespiti amacıyla 18.06.2008 tarihli ara kararı ile davalı idareden davacı şirket yetkilileri hakkında dava konusu beyannameyle ilgili olarak başlatılmış herhangi bir ceza soruşturması ya da kovuşturması bulunup bulunmadığı, varsa buna bağlı olarak ilgilisi hakkında ceza davası açılıp açılmadığının sorulması üzerine gelen cevabi yazıdan; dava konusu beyannameye ilişkin 19.02.2008 tarih ve 88-100/03 sayılı soruşturma raporunun düzenlenerek Cumhuriyet Savcılığına gönderildiği ...Muhakemat Müdürlüğünün 16.07.2009 tarih ve 5764 sayılı yazısında ise söz konusu raporun 2007/9474 hazırlık esasına kaydedildiğinin anlaşıldığı, dava konusu beyanname ile ilgili olarak açılmış bir ceza davası bulunmadığından, 11.12.2002 tarihinde tescil görmesi nedeniyle bu tarihte doğan gümrük yükümlülüğü için davalı idarece bu tarihten itibaren üç yıl içinde ve en son 11.12.2005 tarihinde ek tahakkuk tebliği yapılması gerekirken bundan çok sonra 28.05.2008 tarihinde tebligatı yapılan ek tahakkukta zamanaşımı bulunduğu gerekçesiyle davaya konu işlemi iptal etmiştir.

Gümrük idaresinin temyiz istemini inceleyen Danıştay Yedinci Dairesi, 11.10.2012 günlü ve E:2009/8623, K:2012/4314 sayılı kararıyla; 4458 sayılı Kanun’un 181'inci maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan şeklinin 1 ve 2'nci ile 197'nci maddesinin 2 ve 4'üncü fıkralarına göre; doğduğu tarihten itibaren üç yıl içinde tebliğ edilemeyen gümrük vergilerinin zamanaşımına uğrayacağı ancak, gümrük vergileri alacaklarının ceza uygulamasını gerektiren bir fiile ilişkin olması ve suçun zamanaşımının daha uzun bulunması halinde, bu alacakların, Türk Ceza Kanunu’ndaki dava ve ceza zamanaşımı süreleri içinde kovuşturulup tahsil edilmesinin mümkün olduğu ve bunun için de, vergiyi doğuran olay nedeniyle ilgililer hakkında açılmış bir ceza davasının bulunup bulunmadığının, açılmışsa davanın sonucunun araştırılarak ulaşılacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği, Dairelerinin 2010/4709 esasına kayıtlı dosyanın incelenmesinden davacı şirket yetkilileri hakkında ...1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/58 esasına kayıtlı dosyasında ceza davası açıldığı anlaşıldığından; dava hakkında karar verilebilmesi için, söz konusu ceza davasının, ek tahakkuka dayanak alınan serbest dolaşıma giriş beyannamesi ile ilgisinin araştırılması ve ilgili bulunması halinde, anılan davanın sonucunun beklenilmesinin zorunlu olduğu, gerekçesiyle kararı bozmuştur.

Bozma kararına uymayan ...1. Vergi Mahkemesi, 10.05.2013 günlü ve E:2013/181, K:2013/826 sayılı kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeyle ısrar etmiştir.

Israr kararı gümrük idaresi tarafından temyiz edilmiş ve gümrük yükümlülüğünün doğduğu olayla ilgili olarak ceza mahkemesi tarafından verilen kararının temyiz edildiği ve henüz kesinleşmediği ileri sürülerek bozulması istenmiştir.

Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.

Danıştay Tetkik Hakimi : Murat G.

Düşüncesi : Davaya konu işlem tesisine neden olan fiilin aynı zamanda suç oluşturup oluşturmadığı ve Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen ceza zaman aşımı sürelerinin olaya uygulanması gerekip gerekmediği konusunda değerlendirme yapılmaksızın verilen ısrar kararı hukuka uygun görülmediğinden, temyiz isteminin kabulüyle, ısrar kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

Davacı adına tescilli serbest dolaşıma giriş beyannamesi muhteviyatı eşyanın kıymetinin noksan beyan edildiğinden bahisle yapılan gümrük, katma değer ve özel tüketim vergileri ek tahakkukuna vaki itirazın reddi yolundaki işlemin iptaline ilişkin ısrar kararı gümrük idaresi tarafından temyiz edilmiştir.

4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 181'inci maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan şeklinin 1'inci fıkrasında; gümrük yükümlülüğünün ithalat vergisine tabi eşyanın serbest dolaşıma girmesiyle doğacağı; 2'nci fıkrasında, gümrük yükümlülüğünün, söz konusu gümrük beyannamesinin tescil tarihinde başlayacağı belirtilmiş; aynı Kanunu’n 197'nci maddesinin 2'nci fıkrasında da, yapılan denetimler sonucunda hiç alınmadığı veya noksan alındığı belirlenen veya 1'inci fıkrada belirtilen şekilde tebliğ edilmeyen gümrük vergilerine ilişkin tebligatın, gümrük yükümlülüğünün doğduğu tarihten itibaren üç yıl içinde yapılacağı; şu kadar ki, gümrük yükümlülüğünün doğduğu olayla ilgili olarak dava açılmasının zamanaşımını durduracağı; 4'üncü fıkrasının olay tarihinde yürürlükte bulunan şeklinde de, gümrük vergileri alacaklarının, ceza uygulamasını gerektiren bir fiile ilişkin olması ve suçun zamanaşımının daha uzun bulunması halinde, bu alacakların Türk Ceza Kanunu’ndaki dava ve ceza zamanaşımı süreleri içinde kovuşturulup tahsil edileceği hükme bağlandığından, ilgililer hakkında tahakkuk ettirilen gümrük vergisinin ceza uygulamasını gerektiren bir fiile ilişkin bulunması ve bunun da, açılan ceza davası sonucunda verilen mahkumiyet kararı ile sonuçlanması halinde; tahakkuk zamanaşımı süresinin, Türk Ceza Kanunu’nda bu suç için öngörülen ceza zamanaşımı süresine göre hesaplanacağı açık bulunmaktadır.

Davacı adına tescilli beyanname muhteviyatı eşya nedeniyle ek olarak tahakkuk ettirilen vergilere ilişkin tebligat, gümrük yükümlülüğünün doğduğu tarihten itibaren üç yıllık süre geçirildikten sonra yapılmış ve şirket yetkilileri hakkında ...1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/58 esasına kayıtlı dosyasında açılan ceza davasının birleştirildiği ...Birinci Ağır Ceza Mahkemesinin E:2008/83 sayılı dosyasında 25.10.2011 günlü ve K:2011/433 sayılı kararla beraat kararı verilmiş ise de söz konusu kararın Yargıtay nezdinde temyiz edildiği anlaşıldığından, davaya konu işlem tesisine neden olan fiilin aynı zamanda "suç" oluşturup oluşturmadığı ve Türk Ceza Kanunu’nda öngörülen ceza zamanaşımı sürelerinin olaya uygulanması gerekip gerekmediğinin bu yargısal sürece bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğinden bu değerlendirme yapılmaksızın verilen ısrar kararı hukuka uygun görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile ...1. Vergi Mahkemesinin, 10.05.2013 günlü ve E:2013/181, K:2013/826 sayılı ısrar kararının bozulmasına, yeniden verilecek kararda karşılanacağından, yargılama giderleri hakkında hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına
, 26.03.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında yerinde ve vergi mahkemesi kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından, istemin reddi gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.

MAL TESLİM EDİLMEDEN ÖNCE DE FATURA KESİLEBİLİR. (ÖZELGE)


Özet: Satışı yapılan ürünler için yasal olarak ürünün teslimini müteakip fatura düzenlenmesi icap etmektedir. Ancak, yasal bir zorunluluk olmamakla birlikte, müşterinin talep etmesi halinde teslimden önce de fatura düzenlenmesi mümkün bulunmaktadır.


T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
ANKARA VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI
(Mükellef Hizmetleri Usul Grup Müdürlüğü)
Sayı : B.07.1.GİB.4.06.18.02-32231-7942-81 17/02/2011
Konu : Mal teslimi veya hizmet ifası hallerinde faturanın ödemeyle ilişkilendirilmek- sizin yedi günlük süre içinde düzenlenmesi gerektiği hakkında.

İlgi dilekçenizde; ... Vergi Dairesi Müdürlüğünün ... T.C. kimlik no.lu mükellefi olduğunuz, yapmış olduğunuz mal satışlarında mal tesliminden önce tahsilat yaptığınız, ancak ürünlerin fabrikadan müşteriye ulaşma sürecinin asgari 25 gün sürdüğü ve ürün tesliminde sevk irsaliyesine istinaden fatura düzenlediğiniz, bu durumun da müşterilerinizce şikayet konusu yapıldığı belirtilerek, ürünün tesliminden önce bedelini tahsil ettiğiniz satış işlemlerinde, ürünlerin müşteriye teslimi sırasında sevk irsaliyesine istinaden fatura düzenlenip düzenlenemeyeceği hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmiştir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun 229 uncu maddesinde, faturanın, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesika olduğu, 230 uncu maddesinde, malın alıcıya teslim edilmek üzere satıcı tarafından taşındığı veya taşıttırıldığı hallerde satıcının, teslim edilen malın alıcı tarafından taşınması veya taşıttırılması halinde alıcının, taşınan veya taşıttırılan mallar için sevk irsaliyesi düzenlemesinin ve taşıtta bulundurmasının zorunlu olduğu, 231 inci maddesinin (5) numaralı bendinde ise, faturanın, malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami yedi gün içinde düzenleneceği, bu süre içerisinde düzenlenmeyen faturaların hiç düzenlenmemiş sayılacağı hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalar çerçevesinde, tahakkuka ilişkin bir belge olan ve ödeme ile ilişkisi olmayan faturanın, malın teslimi veya hizmetin ifasını müteakip, ödeme yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın yedi gün içinde düzenlenmesi gerekmektedir.
Bununla birlikte, müşteriye teslim edilmek üzere taşınan veya taşıttırılan mallar için Vergi Usul Kanununun 230 uncu maddesine göre sevk irsaliyesi düzenlenmesi gerekmektedir.
Buna göre mezkur olayda, satışı yapılan ürünler için yasal olarak ürünün teslimini müteakip fatura düzenlenmesi icap etmektedir. Ancak, yasal bir zorunluluk olmamakla birlikte, müşterinin talep etmesi halinde teslimden önce de fatura düzenlenmesi mümkün bulunmaktadır.
Malın tesliminden önce fatura düzenlenmesi halinde ise bu belgede gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere katma değer vergisi doğacak olup, anılan satışa ilişkin satışa konu malın tesliminden önce düzenlenen belgede KDV hesaplanması gerekmektedir.
Ancak, her halükarda satışa konu malın fabrikadan müşteriye ulaştırılması safhasında, bahsi geçen hükümler çerçevesinde sevk irsaliyesi düzenlenmesi ve düzenlenen irsaliye ile faturanın ilişkilendirilmesi icap etmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.
Vergi Dairesi Başkanı a.
Grup Müdürü V.

KENDİ FATURANIZI KENDİNİZ BASIN


Özet: Elektronik ortamda oluşturulan faturanın kâğıt ortamında teslimi halinde baskı işlemi mükellefin kendisi tarafından yapılabilir.
Maliye Bakanlığından:




VERGİ USUL KANUNU GENEL TEBLİĞİ
(SIRA NO: 433)
Özet:
Belgelerin Alıcılarına Teslimi
Mükellefler e-Arşiv Uygulaması kapsamında elektronik belge biçiminde oluşturdukları faturayı bu Tebliğin 7.2bölümünde belirtilen istisna haricinde alıcısına kâğıt ortamında teslim ederler.
Elektronik ortamda oluşturulan faturanın kâğıt ortamında teslimi halinde baskı işlemi mükellefin kendisi tarafından yapılabilir. İsteyen mükellefler baskı işini anlaşmalı matbaa işletmelerine veya özel entegratörlere de yaptırabilir. Bu durumda anlaşmalı matbaa işletmeleri veya özel entegratörler tarafından Başkanlığa herhangi bir bildirim yapılmaz.
Vergi Usul Kanununun faturanın nizamına ilişkin hükümlerine göre faturaların baş tarafında iş sahibinin veya namına imzaya mezun olanların imzasının bulunması mecburidir.
Bu hükme göre, vergi uygulamaları bakımından faturada imzanın bulunması zorunlu olmakla beraber, faturanın şekil ve nizamına ilişkin esaslara riayet edilmek şartıyla, düzenleme tarihinde imzaya yetkili olanın imzasının notere tasdik ettirilip basım sırasında fatura üzerine yazdırılmak suretiyle faturanın (hazır imzalı olarak) kullanılabilmesi mümkündür.
e-Arşiv Uygulaması kapsamında düzenlenen faturada, düzenleme tarihi yanında düzenleme zamanının da saat ve dakika olarak gösterilmesi zorunludur.

50 YAŞ ÜZERİ ÇALIŞANA EN AZ 20 GÜN YILLIK İZİN VERİLMEK ZORUNDADIR.


51 yaşından gün alan çalışanların emekli olsun yada olmasın işyerinde 1 yılı doldurduktan sonraki yıllık izin hakları 20 iş günüdür.




4857 sayılı iş kanununun 53. maddesine göre çalışanların yıllık izin hakları;
1 – 5 yıl arası : 14 gün 
5 – 15 yıl arası : 20 gün 
15 yıl ve fazla : 26 gün
den az olamaz.
Bu izin hakları 50 yaşına henüz ulaşmamış çalışanlarımız içindir.
Bu günlere haftalık tatil, ulusal bayram yada işyerlerinde genel tatil günü sayılan (bayram arefesi gibi) günler yıllık izine eklenir. Bu izinler yıllık izin sürelerinden sayılmaz.
50 Yaş ve Üzeri Çalışanların Yıllık İzin Hakkı -
Bu hakkı kazanabilmek için 50 yaşınızı tamamen bitirip 51. yaşınızdan gün almanız gerekmektedir. Eğer yaşınız tam olarak 50 olmamışsa yıllık izin hakkınızı kazandığınız gün 51 yaşından gün almışsanız 20 gün olarak yıllık izin hakkınızı kullanırsınız.
Burada bütün dikkat edilmesi gereken nokta şudur. Eğer yıllık izne çıkacaksanız ve bunun için yeterli paranız yoksa 4857 sayılı iş kanununun 57. maddesine göre henüz izine çıkmadan önce izinli olduğunuz sürenin maaşını işveren size ödemek zorundadır. Eğer maaş ödemesi yapılmadıysa nakit olarak da iş avansı şeklinde verebilir.

HANGİ CEZALAR UZLAŞMA KAPSAMI DIŞINDADIR.(Akif AKARCA / Dr.Mehmet ŞAFAK)

HANGİ CEZALAR UZLAŞMA KAPSAMI DIŞINDADIR.
Özet:
VUK 359'uncu maddede yazılı fiillerle vergi ziyaına sebebiyet verilmesi halinde tarh edilecek vergi ve kesilecek ceza ile bu fiillere iştirak edenlere kesilecek cezalar.

Tarhiyat sonrası usulsüzlük cezaları( tarhiyat sonrası usulsüzlük cezaları uzlaşma kapsamına alınmamıştır.)
Tarhiyat öncesi uzlaşmanın temin edilememiş veya uzlaşma müzakeresinde uzlaşmaya varılamamış olması halinde mükellefler cezanın kesilmesinden sonra uzlaşma talep edemezler.
Tarhiyat öncesi uzlaşma halinde tarh edilecek vergilerle kesilecek her türlü cezalarda ( 359'uncu maddede yazılı fiillerle vergi ziyaına sebebiyet verilmesi halinde tarh edilecek vergi ve kesilecek ceza ile bu fiillere iştirak edenlere kesilecek ceza hariç) idare ile mükellefin uzlaşması mümkündür. Usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezaları kapsama dahildir. Usulsüzlük cezaları tarhiyat sonrası uzlaşma kapsamına alınmamıştır.
6009 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Resmi Gazete'de yayınlanarak 1 Ağustos 2010 itibariyle yürürlüğe girmiştir. Bu kanunla Vergi Usul Kanunu'nun 353 ve Mükerrer 355'inci maddelerinde değişiklik yapılarak özel usulsüzlük cezalarında bazı indirimler sağlanmıştır. Ayrıca tahsilat ve ödemelerini banka, finans kurumları ya da posta idaresince düzenlenecek belgelerle tevsik etme mecburiyetine uymayan mükelleflere bir yıl içinde kesilecek özel usulsüzlük cezasına, daha önce mevcut olmayan, bir üst sınır getirilmektedir. Bu üst sınır 770.000 TL'dir.
Ancak, usulsüzlük cezalarına tarhiyat öncesi ve tarhiyattan sonra yapılan uzlaşmalarda mevcut olan uygulama farklılıkları giderilmemiştir. Usulsüzlük cezaları tarhiyat sonrası uzlaşma kapsamına alınmamıştır. 
Yasal düzenleme
Tarhiyat Sonrası Uzlaşma 
Mükellefler tarafından, ikmalen, re'sen veya idarece tarh edilen vergilerle bunlara ilişkin vergi ziyaı cezalarının (359'uncu maddede yazılı fiillerle vergi ziyaına sebebiyet verilmesi halinde tarh edilen vergi ve kesilen ceza ile bu fiillere iştirak edenlere kesilen ceza hariç) tahakkuk edecek miktarları konusunda vergi ziyaına sebebiyet verilmesinin kanun hükümlerine yeterince nüfuz edememekten ya da 369'uncu maddede yazılı yanılmadan kaynaklandığının veya bu Kanunun 116, 117 ve 118'inci maddelerinde yazılı vergi hataları ile bunun dışında her türlü maddi hata bulunduğunun veya yargı kararları ile idarenin ihtilaf konusu olayda görüş farklılığının olduğunun ileri sürülmesi durumunda, idare bu bölümde yer alan hükümler çerçevesinde mükellefler ile uzlaşabilir. Uzlaşma konusu verginin matrah farkları itibariyle bölünebildiği durumlarda uzlaşma sadece toplam matrah farkının bu bölümüne isabet eden vergi kısmı için de yapılabilir. Uzlaşma talebi vergi ihbarnamesinin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde yapılır. Uzlaşmanın vaki olmaması veya temin edilememesi halinde yeniden uzlaşma talebinde bulunulamaz. Uzlaşmanın vaki olmadığına dair tutanağı idarenin nihai teklifi yazılır. Mükellef dava açma süresinin sonuna kadar teklif edilen vergi ve cezayı kabul ettiğini yazılı olarak bildirirse bu takdirde uzlaşma sağlanmış sayılır. Mükellef dava açma süresinin sonuna kadar teklif edilen vergi ve cezayı kabul ettiğini yazılı olarak bildirirse bu takdirde uzlaşma sağlanmış sayılır. Mükellef, uzlaşma görüşmelerinde, bağlı olduğu meslek odasından bir temsilci ve 3568 sayılı Kanuna göre kurulan meslek odasından bir meslek mensubu bulundurabilir.
Sürekli, geçici ve merkezi uzlaşma komisyonlarının teşkili, uzlaşmaya müracaat etmeye yetkili olanların belirlenmesi, uzlaşmanın şekli, uzlaşmaya konu edilebilecek vergi, resim ve harçların belirlenmesi, uzlaşma komisyonlarının yetkileri, uzlaşmanın yapılmasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikle düzenlenir. İl özel idareleri ve belediyelere ait vergi, resim ve harçlar için bu yönetmelik İçişleri Bakanlığınca hazırlanır.
Tarhiyat Öncesi Uzlaşma 
Maliye Bakanlığı, vergi incelemesine dayanılarak tarh edilecek vergilerle kesilecek cezalarda (359'uncu maddede yazılı fiillerle vergi ziyaına sebebiyet verilmesi halinde tarh edilecek vergi ve kesilecek ceza ile bu fiillere iştirak edenlere kesilecek ceza hariç) tarhiyat öncesi uzlaşma yapılmasına izin verebilir.
Tarhiyat önce uzlaşmaya varılması halinde tutanakla tespit edilen bu husus hakkında dava açılamaz ve hiçbir mercie şikayette bulunulamaz. Uzlaşılan vergi miktarı üzerinden, bu Kanunun 112.maddesine göre gecikme faizi hesaplanır.
Tarhiyat öncesi uzlaşmanın temin edilememiş veya uzlaşma müzakeresinde uzlaşmaya varılamamış olması halinde mükellefler veya ceza muhatabı olanlar verginin tarhından ve cezanın kesilmesinden sonra uzlaşma talep edemezler.
Farklılıklar ve uygulama
Yukarıdaki iki madde incelendiğinde tarhiyat öncesi uzlaşma halinde tarhedilecek vergilerle kesilecek her türlü cezalarda idare ile mükellefin uzlaşması mümkündür. Usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezaları kapsama dahildir.
Tarhiyattan sonra yapılan uzlaşmalarda ise idarece tarhedilecek vergilerle bunlara ilişkin vergi ziyaı cezalarının tahakkuk edecek miktarları konusunda uzlaşılabilmektedir.
Her iki uzlaşma türünde de VUK'nun 359.ncu maddesinde yazılı fiillerle vergi ziyaına sebebiyet verilmesi halinde tarhedilecek vergi ve kesilen ceza ile bu fiillere iştirak edenlere kesilen ceza kapsam dışı bırakılmıştır.
Usulsüzlük veya özel usulsüzlük cezasını gerektiren bir fiili işleyen mükelleflerden (genellikle vergi inceleme raporlarıyla tespit yapılmaktadır) tarhiyat öncesi uzlaşmaya başvuranların uzlaşma hakkından yararlanması; tarhiyat sonrası uzlaşma yolunu seçenlerin bu hakkı kullanamaması, kanımızca Anayasa'nın eşitlik ilkeleri ile uyumlu değildir.
Anayasa hükmü 
Madde 10 - Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Anayasa Mahkemesi'nin görüşü 
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği iki kararda eşitlik ilkesi ile ilgili olarak şu görüş yer almıştır. Anayasa'nın 10'uncu maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmektedir. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalarca aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak ve kişilere yasalar karşısında ayırım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin çiğnenmesi yasaklanmıştır. Durum ve konumlardaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları gerekli kılabilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'nın öngördüğü eşitlik ilkesi çiğnenmiş olmaz. Nitelikleri ve durumları özdeş olanlar için yasalarla değişik kurallar konulamaz.
Anayasa'nın 2'nci maddesinde Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devletinin de öncelikle eşitlik ve adaleti esas alan bir yapılanmayı öngördüğü kuşkusudur. Hukuk devletinin bu temel niteliklerini yaşama geçirmekle yükümlü olan yasa koyucunun, Anayasa'nın ve ceza hukukunun genel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla, cezalandırmada güdülen amacı, suç ve suçluların özelliklerini de gözeterek hangi eylemlerin suç sayılacağını, bunlara verilecek cezanın türünü, miktarını, artırım ve indirim nedenlerini, bunların oranları ile suçun takibine ilişkin yöntemleri belirleme konusunda takdir yetkisi bulunmakta ise de bu yetki kullanılırken suç ile ceza arasındaki takdir yetkisi bulunmakta ise de bu yetki kullanılırken suç ile ceza arasındaki adil dengenin korunması ve öngörülen cezanın, cezalandırmada güdülen amacı gerçekleştirmeye zorunludur.
Sonuç olarak cezayı gerektiren aynı fiili işleyen mükelleflere aynı cezanın kesilmesi ve tüm mükelleflerin usulsüzlük ve özel usulsüzlük cezalarında da, hem tarhiyat öncesi hem de tarhiyat sonrası uzlaşmalarda, uzlaşma hakkından yararlanması mümkün olmalıdır. VUK'nun 359.ncu maddesindeki fiili işleyenlere dahi uzlaşma hakkı tanınabilir. Bu halde uzlaşma yapılmış olmasının Ceza Kanunu çerçevesinde yürütülecek yargılamaya etkisinin olamayacağı yasal düzenlemeye bağlanabilir.
Akif AKARCA / Dr.Mehmet ŞAFAK

İFLAS EDEN ŞİRKETİN BEYANNAME YÜKÜMLÜLÜĞÜ (ÖZELGE)

Özet: İflas masasının kanuni temsilcisi durumunda olan iflas idaresi tarafından, 340 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde belirtilen açıklamalar doğrultusunda elektronik beyanname gönderme aracılık yetkisi almış bulunan meslek mensupları vasıtasıyla durumlarına uyan sözleşmeyi düzenlemek suretiyle elektronik ortamda gönderilmesi gerekmektedir.
T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
İSTANBUL VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI
Mükellef Hizmetleri Usul Grup Müdürlüğü

TARİH : 02.04.2013
SAYI : 11395140-105[Mük 257-2012/VUK-1- . . .]-
KONU : İflası kesinleşen mükellefin beyanname verme yükümlülüğü hk.


İLGİ: …
Sayı :11395140-105[Mük 257-2012/VUK-1- . . .]- 02.04.2013
Konu :İflası kesinleşen mükellefin beyanname
verme yükümlülüğü
İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda, şirketinizin iflas ettiği ve iflasın kesinleştiği belirtilerek, beyannamelerinizi internet ortamında Serbest Muhasebeci Mali Müşavir aracılığıyla verme yükümlülüğünüzü yerine getirebilmek için Serbest Muhasebeci Mali Müşavir ile anlaşma yapmanız gerektiği halde bedelini karşılayamadığınızdan beyannamelerinizi elden vermek istediğiniz hususunda Başkanlığımız görüşü talep edilmektedir.
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 14 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında, kurumlar vergisi beyannamesinin, hesap döneminin kapandığı ayı izleyen dördüncü ayın birinci gününden yirmibeşinci günü akşamına kadar mükellefin bağlı olduğu vergi dairesine verileceği hükme bağlanmıştır.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 98 ve 5520 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin beşinci fıkrası ile 31 inci maddelerine göre, vergi kesintisi yapmak zorunda olanlar, bu vergileri ödeme veya tahakkukun yapıldığı yer itibarıyla bağlı oldukları vergi dairesine, vergilendirme dönemini izleyen ayın başından yirmi üçüncü günü akşamına kadar muhtasar beyanname ile bildirmeye mecburdurlar.
5520 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin birinci fıkrasında, her ne sebeple olursa olsun, tasfiye haline giren kurumların vergilendirilmesinde hesap dönemi yerine tasfiye döneminin geçerli olduğu; tasfiyenin, kurumun tasfiyeye girmesine ilişkin genel kurul kararının tescil edildiği tarihte başlayıp tasfiye kararının tescil edildiği tarihte sona ereceği; başlangıç tarihinden aynı takvim yılı sonuna kadar olan dönem ile bu dönemden sonraki her takvim yılı ve tasfiyenin sona erdiği dönem için ilgili takvim yılı başından tasfiyenin bitiş tarihine kadar olan dönem bağımsız bir tasfiye dönemi sayılacağı, ikinci fıkrasında da tasfiye beyannamelerinin, tasfiye memurları tarafından tasfiye dönemlerinin sonundan itibaren Kanunun 14 üncü maddesinde yazılı sürelerde; tasfiyenin sona erdiği döneme ilişkin tasfiye beyannamesinin ise tasfiyenin sonuçlandığı tarihten itibaren otuz gün içinde kurumun bağlı olduğu vergi dairesine verileceği hüküm altına alınmıştır.
Aynı maddenin yedinci ve sekizinci fıkralarında da;
"Tasfiye memurlarının sorumluluğu: Tasfiye memurları, kurumun tahakkuk etmiş vergileri ile tasfiye beyannamelerine göre hesaplanan vergiler ve diğer itirazlı tarhiyatlar için, 09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 207 nci maddesine uygun bir karşılık ayırmadan aynı Kanunun 206 ncı maddesinin dördüncü sırasında yazılı alacaklılara ödeme ve ortaklara paylaştırma yapamazlar. Aksi takdirde bu vergilerin asıl ve zamları ile vergi cezalarından şahsen ve müteselsilen sorumlu olurlar...
Tasfiye işlemlerinin incelenmesi: Tasfiye beyannamesinin verilmesiyle birlikte tasfiye memurları, işlemlerinin vergi kanunları yönünden incelenmesini bir dilekçe ile isterler. Dilekçenin verilmesinden itibaren en geç üç ay içinde vergi incelemelerine başlanarak aralıksız devam edilir. Vergi incelemesinin bitmesini izleyen otuz gün içinde vergi dairesi sonucu tasfiye memurlarına yazı ile bildirir. Buna göre kurumdan aranan vergilerin sonucu alınıncaya kadar tasfiye memurlarının, yedinci fıkrada yazılı sorumluluğu devam eder."
hükmüne yer verilmiştir.
Diğer taraftan, İcra İflas Kanununun 184 üncü maddesinde, iflas açıldığı zamanda müflisin haczi kabil bütün malları hangi yerde bulunursa bulunsun bir masa teşkil edileceği ve alacakların ödenmesine tahsis olunacağı, iflasın kapanmasına kadar müflisin uhdesine geçen malların masaya gireceği; 191 inci maddesinde, borçlunun iflas açıldıktan sonra masaya ait mallar üzerinde her türlü tasarrufu alacaklılara karşı hükümsüz kaldığı; 226 ncı maddesinde ise masanın kanuni mümessili iflas idaresi olduğu, idare masanın menfaatlerini gözetmek ve tasfiyeyi yapmakla mükellef bulunduğu hükümlerine yer verilmiştir. Ticaret Mahkemesinin iflasa karar verdiği anda, borçlu (müflis) hakkında iflas açılmış olur. İflas halinde, mükellefin varlığı ve varsa gelirleri üzerindeki tasarruf hakkı ortadan kalkmakta ve bütün varlığı ve gelirleri iflas masasına intikal etmektedir. Bu nedenle vergileme ile ilgili ödevlerin mükellef tarafından yerine getirilmesi mümkün bulunmamaktadır.
Buna göre, Ticaret Mahkemesinin iflas kararı verdiği tarihten itibaren Şirketin tasfiye haline girdiği kabul edilecek olup iflasına karar verilen Şirketin iflas muameleleri sona erinceye kadar vergilemeye ilişkin ödev ve sorumluluklarının gerçekleştirilmesinden (tasfiye dönemi beyannamelerinin verilmesi de dahil olmak üzere) iflas masasının kanuni temsilcisi durumunda olan iflas idaresi sorumludur.
Öte yandan, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 257 nci maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendinde yer alan düzenleme ile Maliye Bakanlığı, vergi beyannameleri ve bildirimlerin, şifre, elektronik imza veya diğer güvenlik araçları konulmak suretiyle internet de dahil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında verilmesi, beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususlarında izin vermeye veya zorunluluk getirmeye yetkili kılınmıştır.
Bu yetkiye istinaden beyannamelerin elektronik ortamda gönderilmesi uygulamasına 01.10.2004 tarihinden itibaren başlanılmış olup, beyannamelerin elektronik ortamda gönderilmesi hususuna ilişkin açıklamalar 340, 346, 357, 367, 373, 376 ve 386 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğlerinde yapılmıştır.
367 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile; bu Tebliğde belirlenen hadlerle sınırlı olmaksızın Kurumlar Vergisi mükelleflerinin Kurumlar Vergisi Beyannamesini ve Geçici Vergi Beyannamesini elektronik ortamda gönderme zorunluluğu getirilmiştir.
376 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği ile de; hiçbir hadle sınırlı olmaksızın; Kurumlar Vergisi mükelleflerine Muhtasar Beyannamesini ve Katma Değer Vergisi Beyannamesini elektronik ortamda gönderme zorunluluğu getirilmiştir.
Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda, iflası açılan şirketlerin beyannamelerinin
iflas masasının kanuni temsilcisi durumunda olan iflas idaresi tarafından, 340 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde belirtilen açıklamalar doğrultusunda elektronik beyanname gönderme aracılık yetkisi almış bulunan meslek mensupları vasıtasıyla durumlarına uyan sözleşmeyi düzenlemek suretiyle elektronik ortamda gönderilmesi gerekmektedir.
Bilgi edinilmesini rica ederim.

LİMİTED ŞİRKET HİSSELERİNİ DEĞER ARTIŞ KAZANCI VERGİSİ ÖDEMEDEN NASIL DEVREDERİZ.


Bu özelge vergisiz olarak limited şirket hisselerinin nasıl satılacağını ve AŞ ye dönüşen hisselerin ilk iktisap tarihinin hangi tarih olarak alınacağını bizlere göstermektedir.
Çözüm: Önce Limited şirket Anonim şirkete dönüşecek, sonra AŞ hisse senedi bastıracak daha sonra hisse devri yapılacak.
Limited Şirketin Aş Ye Dönüşmesi Halinde Hisse Senedinin İlk İktisap Tarihi Hangi Tarih Olacak.
Özet: Limited şirketin Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 19 ve 20′nci maddeleri kapsamında anonim şirkete dönüşmesi halinde, devir nedeniyle tarafınıza verilerek yeni ortaklara satacağınız hisse senetlerinin ilk iktisap tarihi olarak nev’i değiştiren limited şirketin sermayesine iştirak ettiğiniz tarihin dikkate alınması gerekmektedir
T.C.
GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
ANKARA VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI
Mükellef Hizmetleri Gelir Vergileri Grup Müdürlüğü
Sayı B.07.1.GİB.4.06.16.01-2010-GVK-Mük.80-16-140 17/03/2011
Konu
LTD den AŞ ye dönüşen şirkette devir nedeniyle ortaklara verilen hisse senetlerinin ilk iktisap tarihi
İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda, ortağı bulunduğunuz, …..Ltd.Şti.’nin anonim şirkete dönüştürüleceği belirtilerek, nev’i değişikliği ile A.Ş. haline gelecek olan yeni şirket için düzenlenecek hisse senetlerinin iktisap tarihi olarak hangi tarihin esas alınacağı ve anonim şirkette sahip olacağınız hisselerinizin yeni ortaklara satılması halinde vergisel yükümlülüğünüzün ne olacağı hususunda Başkanlığımızdan görüş talep etmektesiniz.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun “Değer artışı kazancı” başlıklı mükerrer 80′inci maddesinde; “Aşağıda yazılı mal ve hakların elden çıkarılmasından doğan kazançlar değer artışı kazançlarıdır.
1. İvazsız olarak iktisap edilenler ile tam mükellef kurumlara ait olan ve iki yıldan fazla süreyle elde tutulan hisse senetleri hariç, menkul kıymetlerin veya diğer sermaye piyasası araçlarının elden çıkarılmasından sağlanan kazançlar.
4. Ortaklık haklarının veya hisselerinin elden çıkarılmasından doğan kazançlar.
Bu maddede geçen “elden çıkarma” deyimi, yukarıda yazılı mal ve hakların satılması, bir ivaz karşılığında devir ve temliki, trampa edilmesi, takası, kamulaştırılması, devletleştirilmesi, ticaret şirketlerine sermaye olarak konulmasını ifade eder.
Bir takvim yılında elde edilen değer artışı kazancının, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının elden çıkarılmasından sağlananlar hariç, 7.700 Türk Lirası (1.1.2010 tarihinden itibaren) gelir vergisinden müstesnadır.” hükmü yer almaktadır.
Diğer taraftan şirketlerde nevi değişikliği işlemleri 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 19 ve 20′nci maddelerinde düzenlenmiş olup, nevi değişikliği ile ilgili gerekli açıklamaların yer aldığı 1 seri nolu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği’nin “19.3.3. Devir ve bölünmelerde elde edilen hisselerin iktisap tarihi” bölümünde “Kurumlar Vergisi Kanununun 19 ve 20. maddeleri kapsamında gerçekleştirilen devir ve bölünme (kısmi bölünme dahil) hallerinde, devir olan veya bölünen şirketin ortaklarına verilen hisselerin iktisap tarihi olarak, bu yeni hisselerin verilmesine neden olan devirolan veya bölünen şirketin hisselerinin iktisap edildiği tarihin esas alınması gerekmektedir.” açıklamaları yer almaktadır.
Bu açıklamalara göre, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu açısından şirketlerde nev’i değişikliği devir hükmünde olup, ortağı bulunduğunuz limited şirketin Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 19 ve 20′nci maddeleri kapsamında anonim şirkete dönüşmesi halinde, devir nedeniyle tarafınıza verilerek yeni ortaklara satacağınız hisse senetlerinin ilk iktisap tarihi olarak nev’i değiştiren limited şirketin sermayesine iştirak ettiğiniz tarihin dikkate alınması gerekmektedir.
Öte yandan, yeni ortaklara yapacağınız satış işleminin hisse senedi bastırılmamış veya hisse senedi yerine geçen geçici ilmühaberle temsil edilmeyen anonim şirkete ait ortaklık hissesinin satılması şeklinde gerçekleşmesi halinde, satıştan doğan kazanç Gelir Vergisi Kanunu’nun mükerrer 80/4 maddesi kapsamında herhangi bir süre ile sınırlı olmaksızın, değer artışı kazancı olarak gelir vergisine tabi tutulacaktır.

16 Ağustos 2015 Pazar

ÖZEL KANUNLARA GÖRE HACZEDİLEMEYEN MALLAR VE HAKLAR

FİNANSAL KİRALAMA KONUSU MALLAR

3226 Sayılı Finansal Kiralama Kanunun 20.maddesi gereğince kiralayanın borcundan dolayı finansal kiralama konusu mallar haczedilemez.

“ Finansal kiralama konusu bir malın kiracısının icra takibine uğraması halinde, kiralayan üçüncü şahıs veya kiracı borçlunun icra müdürüne yapacağı müracaatla bu mallar takip dışı bırakılır. Bu işlem bir istihkak iddiası olmayıp finansal kiralama konusu mala ilişkin bir mükellefiyettir.” (12.HD.24.02.2005 – 577/3609)

3226 Sayılı Finansal Kiralama Yasasının 8.maddesinde; finansal kiralama sözleşmesinin noterlikçe düzenleme şeklinde yapılacağı emredici bir kural olarak düzenlenmiştir. Yine 8.maddenin 1.parağrafının 2.cümlesinde, taşınır mala ilişkin finansal kiralama sözleşmesinin, kiracının ikametgahı noterliğinde bu iş için tutulan özel sicile tescili gerektiği hükmü öngörülmüş olup, finansal kiralama sözleşmesinin noterce düzenleme şeklinde yapılıp yapılmadığı ve taşınır mala dair sözleşmenin, kiracının ikametgahı noterliğinde özel sicile tescil edilip edilmediği icra mahkemesince resen araştırılmalıdır.

“ 3226 Sayılı Finansal Kiralama Yasasının gerek finansal kiralama sözleşmesinin şekli ve sözleşmeye aleniyet kazandırılması amacıyla özel siciline tesciline dair 8.maddesi ve gerekse 19.maddede yer alan emredici nitelikteki koruma hükümleri kamu düzenine ilişkin olup, finansal kiralama sözleşmesinin noterce düzenleme şeklinde yapılıp yapılmadığı ve taşınır mala dair sözleşmenin, kiracının ikametgahı noterliğinde özel sicile tescil edilip edilmediği resen araştırılacak konulardandır.”
(HGK. 22.10.2003 – 12-560/605)

Sosyal Güvenlik Kurumunca bağlanan gelir ve aylıklar:
5838 sayılı kanunun 32. maddesiyle, Emekli Sandığı, S.S.K. ve Bağ-Kur gibi kurumları tek bir bünyede toplayan 5410 sayılı Sosyal Güvenlik Kanunu’nun 93. maddesinde yapılan değişikliğe göre; Kurumca bağlanan gelir ve aylıkların, nafaka borçları dışında, haciz veya başkasına devir ve temlik edilemeyeceğine hükmedilmiş ve bu yöndeki talebin İcra Müdürü tarafından reddedileceği hususu yasaya girmiştir. 28.02.2009 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğü giren yasaya göre, bundan böyle emekli maaşlarının haczi mümkün değildir.

2762 Sayılı Vakıflar Kanunu:
2762 Sayılı Vakıflar Kanununun 8.maddesi uyarınca vakıfların doğrudan doğruya hayrattan olan gayrimenkulleri Devlet Malları imtiyazından faydalanırlar ve bu nedenle haczedilemezler. Bu hüküm vakıf mallarına ilişkin olup, Vakıflar Genel Müdürlüğü özel bütçeli bir kamu idaresi olduğundan malları Devlet malı niteliğindedir ve haczedilemez.

Maden Kanunu:
3213 Sayılı Maden Kanununun 40 – 41.maddelerine göre haczedilmezlik şikayeti 7 günlük süreye tabidir.
Madde 40. Madenin işletilmesinde gerekli olan kuyular, ocaklar ve galeriler ile makineler, binalar, yer altında ve yer üstünde kullanılan her türlü nakil vasıtaları madenin çıkarılması, temizlenmesi, izabesi gibi cevherin kıymetlendirilmesine yarayan alet ve tesisler ve bir senelik işletme malzemesinin üzerine münferiden haciz veya ihtiyati tedbir konulamaz.
Ancak işetme hakkı ile bir bütün teşkil eden 1.bentte yazılı tesis, vasıta, alet ve malzemenin tamamı veya çıkarılmış cevherlerle bu cevherlerin bakiyeleri ve cürufu üzerine haciz ve ihtiyati tedbir konulabilir. Üçüncü şahsın rehin hakları saklıdır.
Madde 41- Madenin tamamına veya çıkarılmış cevherlerle bakiye yığını ve cürufuna gerek haciz veya ihtiyati tedbir konulması ve gerekse bunların icraen satışına teşebbüs edilmesi hallerinde alacaklı veya icra dairesince madenin faaliyeti durdurulamayacağı gibi bu faaliyete müdahale de edilemez.

Yola hazır gemi:
TTK.nun 892.maddesi uyarınca yola çıkmaya hazır gemi haczedilemez. Bu hüküm Türk gemi siciline kayıtlı gemiler için olup, yabancı gemiler hakkında uygulanmaz (TTK m.866)

Gecekondu kanunu:
775 Sayılı Gecekondu Kanununun 34/e maddesi uyarınca bu kanun hükümlerine göre belediyelerce tahsis olunan arsalar, yapılar ve bu arsalar üzerine yapılan bina ile meydana gelen taşınmaz mallar, tahsis tarihinden itibaren 10 (on) yıl süre içinde haczedilemez. Bu hüküm emredici nitelikte ve kamu düzeni ile ilgili olduğundan bu konudaki şikayetler süreye bağlı değildir. (12.HD.25.02.2005 Tarih 1097/3889)

1005 Sayılı İstiklal Madalyası verilmiş bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkındaki Kanun:
Bu kanunun 1.maddesine göre bu kanun uyarınca vatani hizmet tertibinden bağlanan aylıklar hiçbir suretle haczedilemez.

Avukatlık Kanunu:
1136 Sayılı Avukatlık Kanunun 164/Son maddesi uyarınca avukatlık ücreti, avukata ait olup, iş sahibinin borcu için takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.

4081 Sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkındaki Kanun:
Bu kanunun 22.maddesi uyarınca Korunma Sandığının mevcudu devlet malı hükmündedir. Korunma gelirleri ve korunma sandığındaki paraya haciz konulamaz.

4933 Sayılı İnönü Armağanları Kanunu:
Bu kanunun 13.maddesi uyarınca İnönü Armağanları her türlü vergi resim ve harçlar dışında tutulur. Bunlar borç için haczedilemez. Armağan alanların eser, keşif ve ihtara ve başarılarına ilişkin her türlü hakları saklıdır. Armağan hak edenin ölümü halinde armağan mirasçılarına verilir ve mirasçılar bu madde hükmünden faydalanırlar.

5543 Sayılı İskan Kanunu:
Bu kanunun 21.maddesi gereğince bu kanuna göre verilen taşınmaz mallar temlik tarihinden itibaren 10 (on) yıl süre ile hiçbir suretle satılamaz, bağışlanamaz, terhin edilemez, tapu kütüğüne satış vaadi şerhi konulamaz ve haczolunamaz. Bu taşınmazların tapularına bu yolla kayıt düşülür.

6245 Sayılı Harcırah Kanunu:
Bu kanunun 61.maddesi uyarınca bu kanuna göre ödenecek istihkaklar borç için haczedilemez.

6831 Sayılı Orman Kanunu:
Bu kanunun 31/8.maddesi uyarınca bu madde hükümlerine göre verilen yapacak ile bunların enkazı ve yakacak odun haczedilemez.

5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu:
Bu kanunun 61.maddesi uyarınca İcra ve İflas Kanunun 24 ve 30.maddelerinin hükümleri mahfuz kalmak kaydıyla;
1.Eser sahibinin ve mirasçılardan birinin mülkiyeti altında bulunan henüz alenileşmemiş bir eserin müsvedde ve asılları.
2.SİNEMA ESERLERİ HARİÇ OLMAK ÜZERE BİRİNCİ BENTTE ZİKREDİLEN ESERLER ÜZERİNDEKİ MALİ HAKLAR,
3.Eser sahibinin, mali haklara dair hukuki muamelelerden doğan paradan gayrı alacakları,
Kanuni veya akdi bir rehin hakkının, cebri icranın veya hapis hakkının konusu olamaz.

1618 Sayılı Seyahat Acenteleri ve Seyahat Acenteleri Birliği Kanunu:
Bu kanunun 12.maddesi uyarınca seyahat acenteleri ve şubeleri, müşterileri ile biletlerini satacakları ulaştırma müesseselerine sunacakları hizmetler ve tüm seyahat acenteliği işlemlerinden doğacak yükümlülüklerine karşılık teşkil etmek üzere bir kuruluş teminatı vermek zorundadırlar.
Kuruluş teminatı, Bakanlık emrine kayıtsız şartsız kesin olarak para, Devlet istikraz tahvilleri, kati ve süresiz banka teminat mektubu olarak verilir, bu maddedeki yükümlülükler dışında başka bir alacak dolayısıyla temlik, rehin ve haciz edilemez.

1711 Sayılı Tasarruf Sandıkları Hakkında Kanun:
Bu kanunun 4.maddesi uyarınca her şahsa ait tevdiattan bin liraya kadar olan kısmı haciz olunamayıp, yalnız bunun faizi haciz olunabilir.

2489 Sayılı Kefalet Kanunu:
Bu kanunun 11.maddesi uyarınca Kefalet Sandığı sermayesi her türlü vergi ve resimlerden muaftır. Sahiplerine red ve iade oluncaya kadar bu sandıktaki mevduat muhtemel tazminata karşı teminattır. Üçüncü şahısların bu paralar üzerine koyacakları hacizler paranın sahiplerine verileceği zaman tenfiz olunur.

7397 Sayılı Sigorta Murakabe Kanunu:
Bu kanunun 14/4.maddesi uyarınca teminatlar, sigortalıların tüm alacakları ödenmeden iflas veya tasfiye masasına dahil ve başka nitelikteki alacaklar için dava edilemez veya icra takibine konu olamaz.

128 Sayılı Askeri Öğrencilerin Harçlıkları Hakkında Kanun:
Bu kanunun 5.maddesi uyarınca Bu kanun gereğince ödenecek harçlıklar hiçbir vergi ve resme tabi tutulmaz ve borç için haczedilemez.

205 Sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanunu:
Bu kanunun 37.maddesi uyarınca Kurumun her çeşit malları ile gelir ve alacakları, Devlet Malları hak ve rüçhanlığını haizdir. Bunlara karşı suç işleyenler Devlet mallarına suç işleyenler gibi takibata tabi tutulur.
Kurumun malı devlet malı sayıldığından hiçbir mal varlığı haczedilemez.

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu:
Bu kanunun 203.maddesi gereğince aile yardımı ödenekleri, 207.maddesi gereğince doğum yardımı ödeneği ve 208.maddesi uyarınca ölüm yardımı ödeneği haczedilemez.

926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu:
Bu kanunun 143.maddesi uyarınca askeri öğrencilere verilen harçlıklar, 154.maddesi uyarınca subay ve astsubaylara verilen aile yardımı ödenekleri, 176.madde uyarınca subay ve astsubaylara verilen doğum yardımı ödeneği, 177.madde uyarınca subay ve astsubaylara verilen ölüm yardımı ödeneği haczedilemez.

257 Sayılı Er ve Erbaş Harçlıkları Kanunu:
Bu kanunun 10.maddesi uyarınca bu kanuna göre ödenecek harçlıklar haczedilemez.

1512 Sayılı Noterlik Kanunu:
Madde 38/5; Teminat parası noterlerin görevleri dolayısıyla sebep olabilecekleri zararlara ve bu yüzden haklarında verilebilecek para cezasına karşılık teşkil eder. Bu paralar başkasına temlik ve terhin edilemez. Haciz, 49.madde gereğince, devir işlemi sırasında alıkonulacak miktardan artakalanı için mümkündür.

2821 Sayılı Sendikalar Kanunu:
Madde 41/2 : Sendika ve konfederasyonların kütüphane ve spor tesisleri ile mesleki eğitimleri ve toplantıları için lüzumlu taşınır ve taşınmaz malları, bu mallarla ilgili alacaklar hariç haczedilemez.

2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu:
Madde 26/6; Bu madde uyarınca idarece alınan teminatlar haczedilemez ve üzerine ihtiyati tedbir konulamaz.

3100 Sayılı Katma Değer Vergisi Mükelleflerinin Ödeme Kaydedici Cihazları Kullanmaları Mecburiyeti Hakkında Kanun:
Madde 9/3; Kullanılan ödeme kaydedici cihazlar, ilgilinin Gelir ve Kurumlar Vergisi mükellefiyeti sona ermedikçe haczedilemez.

4572 Sayılı Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkındaki Kanun:
Madde 1/Son; Kooperatif ve birliklerdeki ortaklık payları rehin veya haciz edilemeyeceği gibi başka bir kooperatif yada birlikle birleşme hali dışında devredilemez.

854 Sayılı Deniz İş Kanunu:
Madde 32; Gemi adamının ücretinin ayda 240 lirası haczedilemez veya başkasına devir ve temlik olunamaz. Ancak gemi adamının bakmak zorunda olduğu aile üyeleri için hakim tarafından takdir edilecek miktar bu paraya dahil değildir. Bu kayıtlamalar, nafaka borcu alacaklılarının haklarını kaldırmaz.

5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanunu:
Madde 5/5; Ticari amaç güdülmeden bilhassa ev ve bahçesi içerisinde bakılan ev ve süs hayvanları sahiplerinin borcundan dolayı haczedilemezler.


2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu:
Madde 29; Bu kanun gereğince korunmaya ve yardıma muhtaç aile ve kişilere yapılacak ödemeler ve sağlanacak yardımlar başkasına devir, temlik ve haciz edilemez.

3083 Sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu:
Madde 11; Bu kanuna göre dağıtılan topraklar kamu yararı dışında hiçbir ayni hakla kayıtlanamaz, haczedilemez.

3292 Sayılı Vatani Hizmet Tertibi Aylıklarının Bağlanması Hakkında Kanun:
Madde 2; Vatani hizmet tertibinden bağlanacak aylıklar haczedilemez.

3466 Sayılı Uzman Jandarma Kanunu:
Madde 23; Uzman jandarma adaylarına okuldaki eğitim ve öğrenim süresince ödenen harçlıklar haczedilemez.

3671 Sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyelerinin Ödenek, Yolluk ve Emekliliklerine Dair Kanun:
Madde 1; Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyelerine ödenen yolluklar herhangi bir suretle haczedilemez.

4447 Sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu:
Madde 50; İşsizlik ödeneği, nafaka borçları dışında haciz edilemez.

4456 Sayılı Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş.’nin Kuruluşu Hakkındaki Kanun:
Madde 17; Bankanın taşınır ve taşınmaz malları, paraları, hak ve alacakları haciz edilemez.

4734 Sayılı Kamu İhale Kanunu:
Madde 34/son; Her ne suretle olursa olsun, idarece alınan teminatlar haczedilemez ve üzerine ihtiyati tedbir konulamaz.

5102 Sayılı Yüksek Öğrenim Öğrencilerine Burs Kredi Verilmesine İlişkin Kanun:
Madde 4/2; Yüksek öğrenim kredi ve Yurtlar Kurumunca verilen burs-kredi ve nakdi yardımlar haczedilemez.

406 Sayılı Telgraf ve Telefon Kanunu:
Ek Madde 25; Telekomünikasyon hizmetleri ile ilgili olarak abone veya kullanıcılara tahsis edilen numara ve hat kullanımı gibi intifa ve kullanım hakları hiçbir şekilde haczedilemez.

6772 Sayılı Devlet ve Ona Bağlı Müesseselerde Çalışan İşçilere İlave Tediye Yapılması ve 6452 Sayılı Kanunla 6212 Sayılı Kanunun 2.maddesinin kaldırılması hakkındaki kanun:
Madde 4; Bu kanuna göre yapılacak tediyeler haczedilemez.

TOKİ
2985 Sayılı Toplu Konut Kanunun toplu konut idaresinin gelirleri, harcamaları ve denetimi başlığını taşıyan 2.maddesinin f bendi (Bütçe Kanunları ile tahsis edilen ödenek ve 29.06.2001 tarihli ve 4075 sayılı kanunun 1.maddesi uyarınca alınan harçlar) dışında kalan gelirleri ve malları haczedilebilir.

1164 Sayılı Arsa Üretimi ve Değerlendirilmesi Hakkında Kanun:
Madde 11; Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü, sattığı veya devrettiği arsa ve arazinin amacına uygun kullanılması için tapu kayıtlarına, satış şartlarına uygun alt yapı, yapı veya tesis yapılmadıkça üçüncü kişilere satış, devir, temlik yapılamayacağı ve haczedilemeyeceği hususunda şerhler koydurmaya ve/veya bu amaca yönelik sözleşmeler yapmaya yetkilidir.

1581 Sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri Kanunu:
Madde 13; Ortakların kredilerine mesnet olarak gösterdikleri ürünleri, hayvanları ve üretimleri ile ilgili her türlü makine ve araçları üzerine ortağı bulundukları kooperatiflerin mutlak rehin hakları vardır. Bunlar, borçlu ortaklara yediemin sıfatıyla teslim edilmiş sayılırlar ve üçüncü şahıslar tarafından hiçbir suretle haciz olunamazlar.

4636 Sayılı Milli Savunma Bakanlığı Akaryakıt İkmal ve Nato Pol Tesisleri İşletme Başkanlığının Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun:
Madde 13; Başkanlığın taşınır ve taşınmaz malları ile diğer ayni hak ve mali varlıkları haczedilemez.

4706 Sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi Ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun:
Madde 5; Bu kanuna göre belediyelere bedelsiz olarak devredilen taşınmazlar ve belediyece satılması halinde bu taşınmazların satış bedelleri haczedilemez.

4632 Sayılı Kanun:
Madde 17; Bireysel emeklilik katkı payı fon mal varlığı niteliğinde sayılacağından haczedilemez.

3385 Sayılı Küçük Sanayi Bölgeleri İçinde Devletçe İnşa Edilmiş Örnek Sanayi Sitesi İş Yerlerinin Mülkiyetinin Devredilmesi Hakkında Kanun:
Madde 2; Bu kanuna göre devredilen taşınmazların on yıl süre ile haczedilemeyeceğine ilişkin tapuya kayıt düşülür.

İCRA İFLAS DER YÖNETİM KURULU
İcra Müdürü
Ahmet KAYİŞ

15 Ağustos 2015 Cumartesi

VATANDAŞ KAMU GÖREVLİSİNDEN ZARARIN RUCUNU İDAREDEN İSTEYEBİLİR Mİ ? (DANIŞTAY 5 DAĞ.)

T.C. D A N I Ş T A Y
BEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2007/7369
Karar No : 2008/3234

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacılar) :
Vekili :
Karşı Taraf : Başbakanlık - ANKARA
İsteğin Özeti : Ankara 2. İdare Mahkemesi'nin 1.5.2007 günlü, E:2006/1861, K:2007/1109 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : ...
Düşüncesi : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı uyarınca Devlet tarafından ilgililere ödenen manevi tazminat tutarı konusunda, kişisel kusuru bulunan kamu görevlilerine rücu edilmesini sağlamak amacıyla Bergamalı yurttaşların idareye yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada işin esasının incelenmesi gerekirken, İdare Mahkemesince davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmadığından, temyize konu mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : ...
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce işin gereği düşünüldü:
Dava, Bergamalı 10 yurttaşın, yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruları sonucunda Türkiye aleyhine hükmedilen toplam 30.000.-Euro tazminatın Hazine tarafından ödenmesi üzerine, bu tutarın 1998 yılından bu yana T.C. Hükümetlerinin Başbakanları ve bakanlarına, Çevre, Orman ve Sağlık Bakanlığı müsteşarları ve müsteşar yardımcıları, ilgili genel müdür ve yardımcıları, daire müdürü ve imzası bulunan uzmanlarına rücuen ödetilmesi isteğiyle yaptıkları başvurunun reddine ilişkin 1.6.2006 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 2. İdare Mahkemesi'nin 1.5.2007 günlü, E:2006/1861, K:2007/1109 sayılı kararıyla; Bergamalı 10 köylünün yargı kararlarının uygulanmaması sonrası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruları üzerine, anılan Mahkemenin B:46117/99 sayılı kararı ile Türkiye aleyhine 3000'er Euro'dan toplam 30.000.-Euro tazminata hükmedildiği; söz konusu tazminatın Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdürlüğü tarafından Hazine adına hak sahiplerine ödendiği; ödenen bu miktarın 1998 yılından bu yana görev yapan Başbakanlar ve bakanlara, Çevre, Orman ve Sağlık Bakanlığı müsteşarları ve müsteşar yardımcıları, ilgili genel müdür ve yardımcıları ile daire müdürü ve imzası bulunan uzmanlara rücuen ödetilmesi için yaptıkları başvurunun reddi üzerine bakılan davanın açıldığının anlaşıldığı; olayda, yargı kararı uyarınca hükmedilen tazminatın ödendiği; anılan bedel için sorumlu personele rücu edilip edilmemesinin yetkili amirlerin sorumluluğunu doğuran bir konu olup, bu hususun hakları ödenmiş olan davacıların doğrudan doğruya hak ve çıkarlarını etkilemediği; bir başka ifadeyle davacıların işlemin iptalini istemekte hukuken korunması gereken bir menfaat ilişkisinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacılar, Devlet aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde açtıkları davada hükmedilen tazminatın Hazine tarafından ödendiğini, ancak sorumlu personele rücu mekanizması işletilmediği için dava yoluna başvurulduğunu, sorumlulara rücu etme konusunda idarenin takdir yetkisi bulunmadığını; maddi mağduriyetleri ödenen tazminatla tazmin edildiği gibi, sorumlu personele rücu edilmek suretiyle manevi mağduriyetlerinin de giderilmesi gerektiğini ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedirler.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, iptal davalarının menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Menfaat ihlali koşulu, iptal davalarının kabulü ve dinlenebilmesi için aranılan koşullardan biridir. Gerek doktrinde, gerekse yargı içtihatlarında bu koşul, subjektif ehliyet koşulu olarak kabul edilmekte; ne tür bir menfaat ihlalinin gerçek ve tüzel kişilere iptal davası açma yeterliğini sağladığını gösterecek ilişki, kural olarak iptal davasına konu olan kararın niteliğine göre saptanmaktadır.
Genelde, kişisel, meşru ve güncel bir menfaatin varlığı ve bunların ihlali, menfaat ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre idari yargı mercilerince belirlenmekte; davacının idari işlemle ciddi ve makul, maddi ve manevi bir ilişkisinin varlığı, dava açma ehliyeti için yeterli görülmektedir.
Olayda, Bergamalı yurttaşlar, altın madeni işletilmesi amacıyla verilen izinler konusundaki karar sürecinin Sözleşmenin 2. ve 8. maddelerine aykırılık taşıdığını, Sözleşmenin 6/1 ve 13. maddelerine aykırı olarak etkin bir hukuki korumadan yararlandırılmadıklarını belirterek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuşlardır. AİHM, Sözleşmenin 8. maddesinde düzenlenen özel ve aile yaşamlarına saygı gösterilmesi hakkına sahip olan başvurucuların bu hakkının güvence altına alınmasına ilişkin yükümlülüğün Devlet tarafından yerine getirilmediği ve 8. maddenin ihlal edildiği; ayrıca, ulusal makamların, ulusal yargı kararının Sözleşmenin 6/1. maddesinin gerekli kıldığı biçimde aynen ve makul bir sürede yerine getirilmesinde ihmalkar davrandığı kanaatine vararak, Sözleşmenin "Adil yargılanma hakkı“na ilişkin 6/1. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Anılan Mahkeme tarafından, ilgililerin maddi tazminat istemlerinin reddedildiği, ancak her başvurucuya 3000 Euro manevi tazminat ödenmesine hükmedildiği anlaşılmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin davacılara manevi tazminat ödenmesi yolundaki kararının temel gerekçeleri, ulusal yargı kararının yasal süre içinde uygulanmamış olması, verilen izinlerin yeni Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna dayandırılmaması ve ilgili şirketin Bergama ilçe sınırları içindeki Ovacık ve Çamköy civarında bulunan altın madenindeki faaliyetlerine devam edebileceği yolundaki 29.3.2002 tarihli Bakanlar Kurulu Kararının ÇED izni olmadan alınmasıdır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından davacılara ödenmesine hükmedilen manevi tazminat, Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdürlüğü tarafından hak sahiplerine 24.6.2005 tarihinde Hazine adına ödenmiş, ancak sorumlu personele rücu edilmemiştir. Kişisel sorumluluğu bulunan personele rücu edilmesini sağlamak amacıyla davacılar tarafından idareye yapılan başvuruda, 1998 yılından beri görev yapan Başbakan ve bakanların adları tek tek sayılmış, sorumlu diğer bürokratların ise idare tarafından belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir. İdarece verilen cevapta ise, başvurunun incelendiği ve gereğinin yapılması için ilgili kurum/kurumlara iletildiği bildirilmiş; sonuç olarak, idare tarafından sorumlu personele rücu mekanizması işletilmemiştir.
Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin bir Hukuk Devleti olduğu belirtilmiş; 138. maddesinin son fıkrasında, "Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez." yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmiştir. Anayasa’nın 2. maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu adaletli bir hukuk düzeni kurup sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen tüm etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlettir. Böyle bir düzenin kurulması, yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk kuralları içerisinde kalması, temel hak ve özgürlüklerin Anayasal güvenceye bağlanması ve yargı kararlarının aynen ve gecikmeksizin uygulanmasıyla olanaklıdır. Anayasanın 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü vurgulanmış; bu bağlamda olmak üzere 129. maddenin 1. fıkrasında da, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları hükme bağlanarak, Anayasa hükümlerinin bağlayıcılığı ve üstünlüğü kamu görevlileri yönünden tekrar ve teyit edilmiştir.
Bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına ve yargı kararlarına uyulmaması hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur. Ancak, idare adına verilen kararlarla ortaya çıkan ve idarenin ağır hizmet kusuru olarak nitelendirilen "yargı kararını uygulamama" eyleminin, gerçekte bu konuda idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından doğduğu açıktır.
Anayasanın kamu hizmeti görevlilerinin "Görev ve sorumlulukları, disiplin kovuşturulmasında güvence“ başlıklı 129. maddesinin 5. fıkrasında, "Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.“ kuralı öngörülmüş bulunmaktadır.
Anayasanın anılan maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresinin, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idareye karşı açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı, yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etmeyi ifade ettiğinde kuşkuya yer bulunmamaktadır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun "Kişilerin uğradıkları zararlar“ başlıklı 13. maddesinde de, "Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar…Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır. / (Ek fıkra: 26/03/2002 - 4748 S.K../3. md.) İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.“ hükmüne yer verilmiştir.
Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare bir zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından ödenmesi temel bir kuraldır. Kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı başvurdukları mahkeme veya makamlarca verilen kararlar uyarınca zararlarının ilgili kurumlarca karşılanması ve kurumların genel hükümlere göre sorumlu memurlara rücu hakkı bulunması, ulusal yargı kararlarının uygulanması bakımından açık olarak düzenlenmiş bir konu olup; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi konusundaki tek açık düzenleme ise, kamu görevlisinin kişisel kusurunun belirgin bir biçimde ortaya çıktığı işkence yada zalimane, gayrı insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle hükmedilen tazminatlarda sorumlu personel rücu edilmesi konusuna ilişkin bulunmaktadır. Ancak, yukarıda anılan Anayasa hükmü, Hukuk Devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi ile rücuyla ilgili genel kurallar göz önünde tutulduğunda, zarara uğradığı yargı kararıyla saptanan kişiye Devlet tarafından tazminat ödendikten sonra sorumlu personele rücu edilmesinin, Hukuk Devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin bir gereği olduğu ortaya çıkmaktadır. Rücu kurumunun işletilmesi, kamu görevlisinin kişisel kusurunun doğurduğu zararların yine kendisi tarafından karşılanmasını ve yargı kararının uygulanmaması ya da etkisiz bırakılması gibi hukuka aykırı eylem ve işlemlerden titizlikle kaçınılmasını amaçlar.

Rücu mekanizmasının işletilmesi, kamu kurumunun yetkileri arasında bulunmakla birlikte, idarenin bunu kendiliğinden yapmadığı durumlarda, yurttaşların bunu sağlamak amacıyla idareye başvurmalarına bir engel bulunmamaktadır. Kamu hizmeti görevlilerinin kişisel kusurundan kaynaklanan zararın karşılığı olarak ulusal ya da uluslararası bir Mahkemece hükmedilen tazminat devlet tarafından zarara uğrayan kişiye ödendikten sonra ilgili kamu kurumu tarafından sorumlu personele rücu edilmemesi, bu yükün toplum üzerinde bırakılması anlamına geleceğinden, her yurttaş ve özellikle kamu görevlilerinin kişisel kusuru nedeniyle zarara uğrayıp yargısal süreci başlatmış olan yurttaşlar, ilgili personele rücu edilmesini sağlamak amacıyla idareye başvurabilir ve bu başvurularının reddi üzerine de dava açma hakkını kullanabilirler. Kamu hizmeti görevlilerinin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden ve kendi kusurlarından doğan zararı toplum ödemek zorunda değildir.

Belirtilen hukuki durum ve tüm bu değerlendirmeler ışığında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/1 ve 8. maddelerinin ihlal edilmesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından hükmedilen ve Devlet tarafından ilgililere ödenen manevi tazminat tutarı konusunda, kişisel kusuru bulunan kamu görevlilerine rücu edilmesini sağlamak amacıyla Bergamalı yurttaşların idareye yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan bu davada işin esasının incelenmesi gerekirken, İdare Mahkemesince davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 2. İdare Mahkemesi'nce verilen 1.5.2007 günlü, E:2006/1861, K:2007/1109 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1/c. fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adıgeçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 3.6.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi