30 Nisan 2016 Cumartesi

HACZİN KALDIRILMASI İSTEMİ, MESKENİYET, ZORUNLU İPOTEK, HALİNE MÜNASİP EV


Borçlunun daha önce ipotek ettiği taşınmazı hakkında sonradan haczedilmezlik şikayetinde bulunabilmesi için ipoteğin mesken kredisi, esnaf kredisi, zirai kredi gibi zorunlu olarak kurulmuş ipoteklerden olması gerekir. 

Zira zorunlu olarak kurulan ipoteğin meskeniyet şikayetine engel teşkil etmeyeceği ilkesi bu ipoteğin sosyal amaçlı olarak verilen kredinin teminatını oluşturmasından kaynaklanmaktadır. Bunun dışında, borçlunun serbest iradesi ile kurduğu ipotekler, adı geçenin daha sonra bu yerle ilgili olarak meskeniyet iddiasında bulunulmasını engeller. Ancak, haciz tarihinde ipotek konusu borcun ödenmiş olması halinde, ipotekle yükümlü bulunmayan taşınmaz hakkında meskeniyet şikayetinde bulunulabilir. Aksi takdirde, kurulan bir ipotek borcu ödenmiş olsa dahi, bundan sonraki tüm hacizler yönünden meskeniyet şikayetinin mümkün bulunmadığı gibi kabul edilemeyecek bir sonuç ortaya çıkar.


Somut olayda, taşınmaz üzerinde haciz tarihinden önce 24.10.2007 tarihli Şekerbank T.A.Ş. lehine tesis edilmiş ipoteğin mevcut olduğu görülmektedir. Bu durumda, mahkemece lehine ipotek şerhi olan bankadan ipoteğin mahiyeti, verilme nedeni sorularak zorunlu ipotek olup olmadığı, zorunlu ipotek değil ise haciz tarihinden önce ipoteğe konu borcun ödenip ödenmediği tespit edilerek, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

Öte yandan İ.İ.K.’nun 82/12. maddesi gereğince, borçlunun “haline münasip” evi haczedilemez. Bir meskenin borçlunun haline uygun olup olmadığı adı geçenin haciz anındaki sosyal durumuna ve borçlu ile ailesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Buradaki “aile” terimi, geniş anlamda olup, borçlu ile birlikte aynı çatı altında yaşayan, bakmakla yükümlü olduğu kişileri kapsar. 
İcra mahkemesince, borçlunun sözü edilenlerle birlikte barınması için zorunlu olan haline münasip meskeni temin etmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten sonra, haczedilen yerin kıymeti bundan fazla ise satılmasına karar verilmeli ve satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen mesken için gerekli olan miktar borçluya bırakılmalı, kalanı alacaklıya ödenmelidir.

Bu kıstasları aşan nitelik ve evsaftaki yerlerle, makul ölçüleri geçen oda ve salonu kapsayan, ve ikamet için zorunlu ögeleri içeren bir meskenin dışındaki yerler, maddede öngörülen amaca aykırıdır. Borçlunun görev ve sıfatı, kendisinin yukarıda belirlenenden daha görkemli bir meskende ikamet etmesini gerektirmez.

Mahkemece hükme esas alınan 07.06.2012 tarihli bilirkişi raporunda şikayete konu taşınmazın değeri 58.000,00 TL olarak hesaplanmış ve şikayetçinin haline münasip olduğu belirtilmiştir. Rapor bu hali ile hüküm kurmaya elverişli değildir. Zira takip hukukunda asıl olan borcun ödenmesi olup, borçlunun mutlaka meskeniyet şikayetinde bulunduğu yerde veya o yere yakın bir yerde meskeninin bulunması da zorunlu değildir. Bu nedenle borçlunun daha mütevazi niteliklere sahip yerlerde haline münasip meskeni edinebileceği miktarın belirlenmesi zorunludur.

O halde mahkemece; Şekerbank T.A.Ş. lehine verilen ipoteğin mahiyeti tapudan sorulup belirlenmeli, zorunlu ipotek olup olmadığı tespit edilmeli, haciz tarihinde ipotek konusu borcun ödenmiş olup olmadığı yöntemince araştırılmalı, ipoteğin meskeniyet şikayetine engel teşkil etmeyecek nitelikte olduğunun anlaşılması halinde; bilirkişilerden ek rapor alınarak borçlunun bulunduğu yerden daha mütevazi koşullara sahip yerlerde haline münasip evi alabileceği değerin belirlenerek, bu tespitlerden sonra borçlunun haline münasip evi alabileceği miktar, mahcuzun değerinden az ise mahcuzun satılarak, borçlunun haline münasip ev alması için gerekli bedelin kendisine, artanın alacaklıya ödenmesine, satışın borçlunun haline münasip ev alabileceği miktardan az olmamak üzere yapılmasına karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile ve yetersiz rapora dayalı olarak yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
Öte yandan HMK'nun 297. maddesinin (1). fıkrasının (e) bendi gereği hükümde "gerekçeli kararın yazıldığı tarihin" yer alması zorunlu olup, kanunun bu emredici hükmüne aykırı davranılması da doğru bulunmamıştır.)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Karşı taraf-alacaklı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.



SONUÇ: Karşı taraf-alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 18.03.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.
(YARGITAY Hukuk Genel Kurulu 2013/1576 E. 2015/1045 K.)

KAMU ALACAĞININ TAHSİLİNDE TAKİP SIRASI

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesinde, 
Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, Vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mükellef veya vergi sorumlusu olmaları halinde bunlara düşen ödevler kanuni temsilcileri, tüzel kişiliği olmayan teşekkülleri idare edenler ve varsa bunların temsilcileri tarafından yerine getirilir.
Yukarıda yazılı olanların bu ödevleri yerine getirmemeleri yüzünden mükelleflerin veya vergi sorumlularının varlığından tamamen veya kısmen alınamayan vergi ve buna bağlı alacaklar, kanuni ödevleri yerine getirmeyenlerin varlıklarından alınır.
Bu hüküm Türkiye'de bulunmayan mükelleflerin Türkiye'deki temsilcileri hakkında da uygulanır.
Temsilciler veya teşekkülü idare edenler bu suretle ödedikleri vergiler için asıl mükelleflere rücu edebilirler. Tüzel kişilerin tasfiye haline girmiş veya tasfiye edilmiş olmaları, kanuni temsilcilerin tasfiyeye giriş tarihinden önceki zamanlara ait sorumluluklarını da kaldırmaz.

6183 sayılı Anme alacakları kanunu 35. maddesinde,
Limited şirket ortaklarının, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olacakları ve bu Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulacakları belirtilmiştir.

6183 sayılı Anme alacakları kanunu Mükerrer 35. maddesinde ,
Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir.” demektedir.

İLGİLİ DANIŞTAY KARARLARI İSE ,

Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun Karar Tarihi: 19/02/2014 ve Karar No: 2014/96 sayılı kararında;
Ödeme emirlerine konu vergi borcunun ait olduğu dönemde şirket ortağı olduğu anlaşılan davacının hissesi oranında takip edilebileceği;kanuni temsilciler ile ortaklar arasında kamu alacağının takibi açısından bir öncelik sırası bulunmadığına ,

Danıştay 9. Dairenin Karar Tarihi: 11/04/2013 ve Karar No: 2013/3284 sayılı kararında;
Limited şirketin vergi borcunun öncelikle şirketin mal varlığından tahsiline çalışılması, vergi borcunun şirketten tahsilinin olanaksız olduğunun tespit edilmesi halinde ise, vergilendirme ile ilgili ödevleri yerine getirmekle sorumlu bulunmasına karşın, bu ödevleri yerine getirmeyen kanuni temsilcilerin takip edilmesi gerekmekte olup, şayet kanuni temsilcinin varlığından da vergi borcu tahsil edilemezse, ancak bu aşamada ortağın takip edilmesinin mümkün olduğuna,

Danıştay 4. Dairenin Karar Tarihi: 22/03/2012 ve Karar No: 2012/955 sayılı kararında;
Limited şirketlerin ödenmeyen vergi borçları nedeniyle kanuni temsilci ve ortakların takibinde bir öncelik sırasının bulunmadığı, ancak şirket hakkında yasal takip yolları tüketilmeden ortağın takibine geçilemeyeceğine,

Danıştay 4. Dairenin Karar Tarihi: 23/03/2009 ve Karar No: 2009/1335 sayılı kararında;
Limited şirketten tahsil olanağının kalmadığı saptanan kamu alacağının öncelikle kanuni temsilcinin mal varlığından tahsili yoluna gidilmesi, buna rağmen tahsil edilememesi halinde konulan sermaye hissesi ile sınırlı olmak üzere ortaklardan tahsiline çalışılması gerektiğine,

Danıştay 9. Dairenin Karar Tarihi: 22/01/2009 ve Karar No: 2009/136 sayılı kararında;
Limited şirketten tahsil olanağı bulunmayan vergi alacağının, öncelikle kanuni temsilciden (müdürden) aranılması, kanuni temsilciden tahsil edilememesi halinde konulan sermaye hissesi ile sınırlı olmak üzere ortakların mal varlıklarından tahsili cihetine gidileceğine,

Danıştay 3. Dairenin Karar Tarihi: 28/02/2007 ve Karar No: 2007/577 sayılı kararında;
Şirket varlığından tahsil imkanı kalmayan kamu alacağının, kanuni temsilcilerin veya ortakların sorumluluğuna ilişkin kurallara göre tahsilinde,bir öncelik sırası bulunmadığına;hükmedilmiştir...


29 Nisan 2016 Cuma

TAHSİLAT GENEL TEBLİĞİ (SERİ: A SIRA NO: 7) ANME ALACAKLARI ZAMANAŞIMI İLE İLGİLİ

Gelir İdaresi ı Başkanlığı tarafından 16.04.2016 tarihinde , sayı 29686 resmi gazetede yayımlanan Tahsilat genle tebliğ Seri A sıra no:1 de değişiklik yapılmasına dair tebliğ yayımlamıştır.Anılan tebliğ
Aşağıda bilgilerinize sunulmıştur.saygılarımla



16 Nisan 2016 CUMARTESİ
Resmî Gazete
Sayı : 29686
TEBLİĞ
Maliye Bakanlığı (Gelir İdaresi Başkanlığı)’ndan:
TAHSİLAT GENEL TEBLİĞİ (SERİ: A SIRA NO: 1)’NDE
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR TEBLİĞ
(SERİ: A SIRA NO: 7)
MADDE 1 – 30/6/2007 tarihli ve 26568 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Tahsilat Genel Tebliği (Seri: A Sıra No:1)’nin Birinci Kısım İkinci Bölümünün “V. Amme Alacağı Ödenmeden Yapılmayacak İşlemler ile İşlem Yapanların Sorumlulukları” başlıklı alt bölümünün (3) numaralı bölümünün yedinci paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Vadesi geçmiş borç durumunu gösterir belge talep eden borçlulara, başvuracakları vergi dairesi tarafından, kapsama giren vergi türleri açısından bağlı olunan veya daha önce mükellefiyet kaydı bulunan vergi dairelerinden temin edilen bilgiler de dikkate alınarak bu belge verilir.”
MADDE 2 – Aynı Tebliğin Üçüncü Kısım Birinci Bölümünün “I-Tahsil Zamanaşımı” başlıklı alt bölümü aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
1. 6183 sayılı Kanunun 102 nci maddesinde “Amme alacağı, vadesinin rasladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar. Para cezalarına ait hususi kanunlarındaki zamanaşımı hükümleri mahfuzdur.

Zamanaşımından sonra mükellefin rızaen yapacağı ödemeler kabul olunur.” hükmü yer almaktadır.

Bu hükümde, amme alacağının vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilemeyen bu alacakların zamanaşımına uğrayacağı düzenlenmiştir.
Özel kanunlarında Tahsili Emval Kanununa göre takip edileceğine dair hüküm bulunan ve sözleşmeye dayanan alacakların zamanaşımı süresinin tespitinde de 6183 sayılı Kanunun 2 ve 3 üncü maddelerinin amme alacağının kapsamı ve tanımına ait hükümleri dolayısıyla, 5 yıllık sürenin esas alınması gerekmektedir.

2. 6183 sayılı Kanunun 102 nci maddesi uyarınca, gerek özel kanunlarında ödeme süresi gösterilmiş olsun, gerekse özel kanunlarında ödeme süresi gösterilmemiş olduğu için ödeme süresi 37 nci maddeye göre tayin ve tespit edilmiş bulunsun, bütün amme alacaklarının (para cezaları hariç) zamanaşımının tayininde, vade tarihinin rastladığı takvim yılını takip edecek olan takvim yılının başı esas alınır.

3. 6183 sayılı Kanunun 103 üncü maddesinde zamanaşımının kesilmesi düzenlenmiştir.
Madde hükmüne göre zamanaşımının kesilmesi halinde, amme alacağının zamanaşımı süresinin hesabında, zamanaşımının kesildiği tarihin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılının başı esas alınır.

4. 6183 sayılı Kanunun 104 üncü maddesinde de zamanaşımının işlememesi halleri düzenlenmiştir.

Borçlunun yabancı memlekette bulunması, hileli iflas etmesi veya terekenin tasfiyesi dolayısıyla zamanaşımının işlememesi halinde, süre sebeplerin kalktığı günün bitmesinden itibaren başlar.

Diğer taraftan, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre takip edilen amme alacaklarının tahsil zamanaşımının işlememesini sağlayacak şekilde özel kanunlarda düzenleme yer alabilmektedir. Bu tür durumlarda özel kanunlarda yer alan hükümlere istinaden amme alacaklarının tahsil zamanaşımının işlemeyeceği tabiidir.

Bu kapsamda, 2004 sayılı Kanunun iflas ertelemesi ile ilgili 179/b maddesinde “Erteleme kararı üzerine borçlu aleyhine 6183 sayılı Kanuna göre yapılan takipler de dahil olmak üzere hiçbir takip yapılamaz ve evvelce başlamış takipler durur; bir takip muamelesi ile kesilebilen zamanaşımı ve hak düşüren müddetler işlemez.” hükmü yer almaktadır. 
Bu hükme göre, 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen amme alacaklarına ilişkin tahsil zamanaşımı iflas ertelemesi süresince işlemez.

5. 6183 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde, Kanunda geçen para cezaları teriminin; adli ve idari para cezalarını ifade ettiği hükme bağlanmıştır.

6. Adli para cezaları ile ilgili zamanaşımı süresi 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 68 inci maddesinde genel süre şeklinde on yıl olarak belirlenmiştir.
Ancak, aynı maddede;
- Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, on yıllık sürenin yarısının; onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında on yıllık sürenin üçte ikisinin geçmiş olması halinde cezanın infaz edilmeyeceği,

- Türleri başka başka cezaları içeren hükümlerin, en ağır ceza için konulan sürenin geçmesiyle infaz edilmeyeceği,
düzenlendiğinden, adli para cezalarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığının bu hükümler de dikkate alınmak suretiyle tespit edilmesi gerekecektir.
Ayrıca, adli para cezalarının zamanaşımının tayininde adli para cezasına hükmedildiğine ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği gün esas alınacak ve süre bu günden itibaren işlemeye başlar.
Diğer taraftan, 5237 sayılı Kanunun 71 inci maddesinde “(1) Mahkûmiyet hükmünün infazı için yetkili merci tarafından hükümlüye kanuna göre yapılan tebligat veya bu maksatla hükümlünün yakalanması ceza zamanaşımını keser.

(2) Bir suçtan dolayı mahkûm olan kimse üst sınırı iki yıldan fazla hapis cezasını gerektiren kasıtlı bir suç işlediği takdirde, ceza zamanaşımı kesilir.” hükmü yer almaktadır.
Bu hükme göre, adli para cezalarının tahsil zamanaşımı süreleri maddede yer alan nedenlerden dolayı kesilebilmektedir.

Öte yandan, adli para cezalarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığının tespitinde 6183 sayılı Kanunun 103 ve 104 üncü maddelerinde düzenlenen tahsil zamanaşımını kesen haller ile tahsil zamanaşımının işlememesi hallerinin de dikkate alınması gerekeceği tabiidir.

Adli para cezalarına ilişkin tahsil zamanaşımını kesen bir halin mevcut olması durumunda yeniden işleyecek zamanaşımı süresi 5237 sayılı Kanun kapsamında belirlenir.

7. İdari para cezaları ile ilgili olarak zamanaşımına ilişkin özel hükümler 5326 sayılı Kabahatler Kanununda düzenlenmiş olup, söz konusu düzenlemelere yönelik açıklamalar anılan Kanunla ilgili Genel Tebliğde yapıldığından bu bölümde idari para cezalarının zamanaşımına uğramasıyla ilgili ayrıca bir açıklama yapılmamıştır.

8. 2004 sayılı Kanun gereğince borçlunun iflasına hükmedilmesi sonucunda mallarının tasfiye edilmesine rağmen alacaklıların alacaklarını elde edememeleri durumunda aciz vesikası düzenlenmektedir.

2004 sayılı Kanunun 143 üncü maddesinin altıncı fıkrasında “Bu borç, borçluya karşı, aciz vesikasının düzenlenmesinden itibaren yirmi yıl geçmesiyle zamanaşımına uğrar.” hükmü yer almaktadır.
Buna göre, iflasına karar verilen amme borçlusu hakkında 2004 sayılı Kanunun ilgili maddeleri uyarınca yapılan tasfiye sonucunda amme alacağının tahsil edilememesi halinde aciz vesikasının düzenlendiği tarihten itibaren yirmi yıl geçtikten sonra bu alacak zamanaşımına uğrayacaktır. Dolayısıyla, tahsil dairelerinin bu hususu dikkate alarak amme alacağının zamanaşımına uğrayıp uğramadığını tespit etmeleri gerekmektedir.

9. Zamanaşımına uğramış amme alacaklarının terkin işlemleri alacaklı amme idarelerince, ilgili mevzuat hükümlerine göre sonuçlandırılır.

10. 5345 sayılı Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin (o) bendinde, “Terkini gereken vergiler ile tahsili zamanaşımına uğrayan Hazine alacaklarının kanunlar gereğince terkin edilmesiyle ilgili işlemlerin yerine getirilmesini sağlamak.” görevi Gelir İdaresi Başkanlığına verilmiştir.
Madde metninde “Hazine alacakları” ibaresi yer almakla birlikte, aynı maddenin (f) bendinde, Devlet alacaklarının tahsilini sağlamak ve bu konuda gerekli tedbirleri almak görevi de Gelir İdaresi Başkanlığına verildiğinden, terkin işlemleri ile ilgili Başkanlığa verilen yetkinin, Devlet tüzel kişiliğini oluşturan kamu idarelerinin 6183 sayılı Kanun hükümlerine tabi alacakları için geçerli olduğu tabiidir.

11. Tahsil zamanaşımına uğrayan amme alacaklarının terkini için Ek-10’da yer alan Zamanaşımına Uğramış Amme Alacaklarına İlişkin Terkin Cetveli kullanılır.

Zamanaşımına Uğramış Amme Alacaklarına İlişkin Terkin Cetveli, tahsil daireleri tarafından her borçlu için ayrı ayrı olmak üzere 3 nüsha düzenlenir.
Zamanaşımına uğramış olan amme alacaklarının kayıtlardan silinebilmesi, bu konuda yetkili olan makamdan alınacak izne bağlıdır.

Yetkili makama birden fazla borçluya ait cetvelin gönderilmesi gerektiği durumlarda, cetvellerin yanında bu cetvellere ilişkin icmalin de oluşturularak gönderilmesi icap eder.

12. 6183 sayılı Kanun kapsamında olup Maliye Bakanlığına bağlı tahsil dairelerinin dışında başka kamu idareleri tarafından tahsil ve takip edilen ancak tahsil zamanaşımına uğramış alacakların terkin edilmesine ilişkin işlemler bu alt bölümde yapılan açıklamalar çerçevesinde gerçekleştirilir.”

MADDE 3 – Aynı Tebliğe ekteki Ek-10 eklenmiştir.
MADDE 4 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 5 – Bu Tebliğ hükümlerini Maliye Bakanı yürütür.


AÇIKLAMALAR:
1.KAMU ALACAKLARI :
kamu alacağı, vadesinin olduğu takvim yılından sonraki yıldan itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zaman aşımına uğrayacak. Yani vadesi 2016 içinde dolacak bir alacak için zaman aşımı süresi 2017'den itibaren 5 yıl olarak düzenlenecek. Bu süre içinde devlet alacağını tahsil edemezse borç ortadan kalkacak. Böylece kamu, kendine de süre sınırı koymuş oluyor. Tahsilat için 5 yıl süre tanınıyor.
Tahsil edilmeme durumu borcun tamamı için geçerli değil. 5 yıl içinde 1 liralık bile bir tahsilat olsa, zaman aşımı yeniden başlatılıyor.
2.İFLAS VE ADLİ CEZADA ZAMANAŞIMI:
Borçlunun iflası söz konusu olduğunda ise zaman aşımı süresi değişiyor. Mallar tasfiye edilmesine rağmen kamu alacağı tahsil edilemezse borç için aciz vesikası düzenleniyor. Bu vesika genel olarak borçlunun bu miktarı ödeyecek bir malının ya da varlığının olmadığını gösteren belgeden oluşuyor. Burada kamu alacağı için zaman aşımı süresi belgenin düzenlenmesinden sonraki 20 yıl olarak belirlenmiş. Adli para cezalarında ise zaman aşımı süresi 10 yıl olarak uygulanıyor. Adli para cezasına çarptırılan kişinin yaşı da bazı indirimler sağlıyor. Ayrıca bu cezaların zaman aşımının tayininde mahkeme kararının kesinleştiği gün esas alınıyor.
3.İDARİ CEZA VE SGK DA ZAMANAŞIMI:
İdari para cezalarında 5 yıllık süre uygulanmıyor. Burada tebliğ özel kanunlara ve Kabahatler Kanunu'na atıfta bulunuyor. İdari para cezalarındaki zaman aşımı ise 10 yıl olarak belirleniyor. Örneğin SGK'ca kesilen idari para cezaları için 10 yıllık zaman aşımı uygulanıyor.
4.HİLELİ İFLAS ve İFLAS ERTELEMEDE ZAMANAŞIMI:
Tebliğin dördüncü maddesinde özel bir durum tarif ediliyor. Borçlunun yabancı memlekette bulunması, hileli iflas etmesi veya terekenin tasfiyesi dolayısıyla zaman aşımının işlememesi halinde 5 yıllık süre, sebeplerin kalktığı günün bitmesinden itibaren başlıyor. Burada da yine 5 yıllık süre dikkate alınıyor fakat başlangıç tarihi değiştiriliyor.
İflas erteleme kararı çıktıktan sonra borçlu aleyhine hiçbir takip yapılamıyor. Daha önce başlamış takipler de duruyor. Bu durumda yeni tebliğe göre kamu alacaklarına ilişkin zaman aşımı, iflas erteleme süresince işlemiyor.

28 Nisan 2016 Perşembe

Şirkete ait tapuda konut olarak geçen gayrimenkulün fiilen işyeri olarak kullanılması nedeniyle satışında KDV oranı

Şirkete ait tapuda konut olarak geçen gayrimenkulün fiilen işyeri olarak kullanılması nedeniyle satışında KDV oranı İlgide kayıtlı özelge talep formunuzda, 01/11/2011 tarihinde satın alınan firmanız aktifinde kayıtlı ve tapuda konut olarak tescil edilen 92 m2 net alanı bulunan ancak fiilen iş yeri (mimarlık-inşaat ofisi) olarak kullanılan taşınmazın satışında uygulanması gereken katma değer vergisi (KDV) oranı hakkındaki Başkanlığımız görüşü sorulmaktadır.

KDV Kanununun; -1/1 inci maddesinde, Türkiye'de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin KDV ye tabi olduğu,

-17/4-r maddesi maddesinde, kurumların en az iki tam yıl süreyle aktiflerinde yer alan iştirak hisseleri ile taşınmazların satışı suretiyle gerçekleşen devir ve teslimlerin KDV'den istisna olduğu,

istisna kapsamındaki kıymetlerin ticaretini yapan kurumların, bu amaçla aktiflerinde bulundurdukları taşınmaz ve iştirak hisseleri teslimlerinin istisna kapsamı dışında olduğu hüküm altına alınmıştır.

KDV Kanununun 28 inci maddesinin Bakanlar Kuruluna verdiği yetkiye istinaden yayımlanan 24/12/2007 tarih ve 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi Eki (I) sayılı listenin 11 inci sırasına göre, net alanı 150 m2'ye kadar konut teslimleri %1 oranında KDV ye tabi bulunmakta olup, söz konusu kararname eki listelerde yer almayan 150 m2'nin üzerindeki konutlar ile m2 sınırlaması olmaksızın iş yeri, arsa ve arazi gibi diğer taşınmaz satışlarında genel oranda (%18) KDV uygulanması gerekmektedir.

60 No.lu KDV Sirkülerinde, taşınmaz teslimlerinde teslime konu taşınmazın işlem tarihi itibariyle geçerli fiili durumunun dikkate alınacağı ifade edilmiştir.

Buna göre, firmanız aktifinde kayıtlı taşınmazın fiili durumuna göre işyeri olarak değerlendirilmesi gerekmekte olup, fiilen işyeri olarak kabul edilen söz konusu taşınmazın tesliminde metrekare büyüklüğüne bakılmaksızın genel oranda (%18) KDV hesaplanması gerekmektedir.

Öte yandan, söz konusu taşınmaz satışı, firmanın aktifinde en az iki tam yıl süreyle kalma şartını sağlaması halinde Kanunun 17/4-r maddesine istinaden KDV den istisna olacaktır. Bilgi edinilmesini rica ederim.


(T.C. GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
KOCAELİ VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI
(Mükellef Hizmetleri Grup Müdürlüğü)

Sayı : 93767041-130[28-2012/86]-160

Tarih :21/08/2013 )

BONONUN BAKİYE BEDELİNİN TAHSİLİNE YÖNELİK İLMASIZ İCRA ,İSPAT YÜKÜ İFA

Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara (Kapatılan) 13. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.01.2012 gün ve 2011/262 E. 2012/7 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 04.10.2012 gün ve 2012/6367 E. 2012/14309 K. sayılı ilamı ile; 

“...Davacı vekili, davalının borçlusu olduğu 13.250.00 TL'lik bonoyu vadesinde ödememesi üzerine sehven bono ile 3.250.00 TL yönünden kambiyo senedine mahsus yol ile icra takibi yapıldığını, davalının bononun asıl miktarından takip yapılmadığını görünce ödemeyi yapıp, bono aslını icra müdürlüğünden aldığını, hata yapıldığının davalıya bildirilmesine rağmen bononun bakiye bedelini ödemediğini, bakiye bedelin tahsili için girişilen icra takibine itiraz ettiğini belirterek, itirazın iptaline, takibin devamına, %40 tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili,13.250.00 TL bedelli bononun 3.250.00 TL olarak icraya konulmasının maddi hata olduğunun kabul edilemeyeceğini, bono metninde bedelin rakam ve yazı ile belirtilmiş olduğunu, davacının bono bedelinin 10.000.00 TL'sini haricen aldıktan sonra kalan 3.250.00 TL'si için icra takibi yapıldığını, borcu kabul beyanında da bulunmadığını bildirerek davanın reddi ile tazminata karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda; Borçlar Kanunu'nun 88/son maddesinde "senet borçluya iade edildikten borç sakıt olmuş sayılır” şeklinde karine bulunduğu, somut olayda davalı borçlunun bononun dava konusu bölümünü haricen ödediği, bu nedenle de bononun kısmen takibe konulduğu, takibe konulan bölümünü de ödeyip senedi icra müdürlüğünden aldığını savunduğu halde, senedin kısmi ödeme üzerine davalı eline geçtiği hususunun sabit bulunduğu, davalının ilk takipten önce bononun dava ve takip yapılan kısmını davacı – alacaklıya haricen ödediğini yazılı belge ile kanıtlayamadığı, yemin deliline de dayanmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlığa konu bono, 13.250.00 TL tutarlı (rakamı ve yazı ile aynı tutar yazılarak) olarak düzenlenmiş, alacaklı – davacı yan bonoya dayalı olarak 3.250.00 TL asıl alacak istemi ile borçlu – davalı aleyhine 03.11.2010 tarihinde kambiyo senetlerine mahsus yol ile icra takibine başlamış, mahkemeye müracaatla da 3.250.00 TL için ihtiyati haciz isteminde bulunmuş, borçlu – davalının icra takip dosyasından talep olunan bedeli 11.11.2010 tarihinde icra dosyasına yatırması üzerine de icra dosyasındaki bono davalıya iade edilmiş, bunlardan sonra davacı – alacaklı bu kerre işbu davaya konu icra dosyası ile aynı bonodan kaynaklı olarak bakiye 10.000.00 TL alacaklı olduğunu belirtip, davalı aleyhine ilamsız takibe başlamıştır.

Borçlar Kanunu'nun 88. maddesinin son cümlesine göre, kural olarak, belge borçluya geri verildiğinde borç sakıt olmuş sayılır. Diğer bir deyimle borç belgesinin borçluya geri verilmesi borcun ödendiğinin karinesi sayılır. Bu durumda; davacının ilk takibinde ve ihtiyati haciz isteminde 3.250.00 TL için istemde bulunduğu, bononun davalı elinde bulunmasının ifanın karinesi olduğu dikkate alınarak davacının bonodan dolayı bakiye bir alacağı bulunduğunu kanıtlaması gerektiği dikkate alınarak bir karar verilmesi gerekirken ispat yükünün tayininde hataya düşülerek yanılgılı şekilde karar verilmiş olduğundan hükmün bozulması gerekmiştir…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; kambiyo senetlerine mahsus icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, bono bedeli sehven düşük gösterilerek yapılan takibin davalının takibe konan miktarı ödemesi ile sona erdiği ve bono aslının davalı tarafından alındığını, bononun bakiye bedeli için yapılan takibin ise davalının haksız itirazı ile durduğunu, davalının itirazının borcu olduğuna dair ikrar içerdiği ve davalı tarafından yapıldığı iddia edilen ödemeye ilişkin belge de bulunmadığı gerekçesiyle, davalının itirazının iptali ile kötüniyetli itiraz nedeniyle inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle, hem takibin hem de ihtiyati haciz talebinin 3.250 TL üzerinden yapılması nedeniyle bu miktarın hata ile yazıldığını kabul etmenin mümkün olmadığını, davacıya 10.000 TL’nin elden ödenmesi nedeniyle davacının fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmaksızın 3.250 TL üzerinden takip yaptığını, bu durumun aynı zamanda 10.000 TL’nin davacı tarafından alındığının kabulü anlamına geldiğini, ispat yükünün hataen 3.250 TL’lik takip yaptığını iddia eden davacının üzerinde olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 88 nci maddesinde yer alan “senet borçluya iade edildikten borç sakıt olmuş sayılır” karinesi kapsamında yapılan değerlendirmede senedin kısmi ödeme üzerine davalı eline geçtiği hususunun sabit bulunduğu, davalının ilk takipten önce bononun dava ve takip yapılan kısmını davacı/alacaklıya haricen ödediğini yazılı belge ile kanıtlayamadığı, yemin deliline de dayanmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne dair verilen karar davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece senedin kısmi ödeme üzerine davalı/borçlunun eline geçtiği hususunun sabit bulunduğu; davalının, ilk takipten önce bononun dava ve takip konusu yapılan kısmını davacı/alacaklıya haricen ödediği vakıasını makbuzla ve/veya bono üzerine/arkasına alacaklı tarafından verilen bir açıklama/şerh ile kısmi ifa savunmasını ispat edemediği; takip ve dava tarihinde yürürlükte bulunan HUMK'nun 290. maddesi uyarınca esası belgeye bağlı her nev'i isteklere karşı ileri sürülecek savunmaların yazılı delille ispatı zorunluluğunun bulunduğu, davalının savunmasında yemin deliline de dayanmadığı dikkate alındığında davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle, direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık; davalı tarafından tanzim edilen dava konusu bononun bakiye bedelinin tahsiline yönelik ilamsız icra takibine itirazın iptali davasında ispat yükünün ne şekilde belirleneceği, varılacak sonuca göre bononun bakiye kısmının ilk takipten önce davalı borçlu tarafından davacı/alacaklıya haricen ödenip ödenmediği hususunun kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Öncelikle belirtilmelidir ki mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 88 nci maddesi;

“Faizden veya icar bedeli gibi muayyen zamanlarda ödenmesi lazım gelen sair borçlardan ihtirazi bir kayıt dermeyan etmeksizin bir taksit için makbuz veren alacaklı ondan evvelki taksitleri de tahsil etmiş sayılır. Alacaklı resülmal için makbuz vermiş ise faizlerinide tahsil etmiş sayılır. Senet borçluya iade edildikte borç sakıt olmuş sayılır…” hükmünü haizdir.

Nitekim 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun 104 üncü maddesi de aynı yönde düzenleme içermekte olup, anılan madde ile de borç senedi borçluya geri verilmişse, borcun sona ermiş sayılacağı belirtilmiştir.

Görüldüğü üzere kanun senedin borçluya geri verilmesine bazı sonuçlar bağlamıştır. BK'nun 88 inci (TBK'nun 104 üncü) maddesi uyarınca borç senedi borçluya geri verilmişse, borç sona ermiş sayılır.

Burada senedin geri verilmesi borcun tamamen ifa edildiği konusunda kanunî bir karine oluşturur. Ancak, burada olağan (adi) bir karine sözkonusu olup, bunun aksi alacaklı tarafından herzaman ispat edilebilir. Alacaklı, senedi borç ifa edilmeden geri verdiğini, borçlunun eline iradesi dışında geçmiş olduğunu veya borçlu tarafından düzenlenmiş bulunduğunu ispat ederse, karine çürütülmüş, senedin borçlunun eline borç ifa edilmeden geçmiş olduğu ispatlanmış olur (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 18. Baskı, Ankara 2015, s:1008).

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.04.2004 gün ve 2004/11-209 E. 2004/209 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere 818 sayılı Kanun’un 88 nci maddesi (TBK m. 104) ile getirilen ödemeye ilişkin karinelerin aksi ispat edilebilir. Madde, son cümlesinde senedin aslının iade edilmiş olmasını borcun son bulduğuna ilişkin bir karine olarak kabul etmiştir. Ne var ki alacaklı bunun aksini ispat ederse bu karineye dayanılamaz.

Madde re’sülmal (ana para) için makbuz verilmesi halinde, faizlerin de tahsil edilmiş sayılacağına ilişkin bir karine de getirmekte, bu suretle 818 sayılı Kanun’un 84 ve 113 üncü maddeleriyle bir paralellik kurmaktadır.

Somut olayın incelenmesinde; uyuşmazlığa konu bono (rakam ve yazı ile aynı tutar yazılarak) 13.250.00 TL tutarlı olarak düzenlenmiş, alacaklı–davacı yan bonoya dayalı olarak 3.250.00 TL asıl alacak istemi ile borçlu–davalı aleyhine 03.11.2010 tarihinde kambiyo senetlerine mahsus yol ile icra takibine başlamış, mahkemeye müracaatla da 3.250.00 TL için ihtiyati haciz isteminde bulunmuş, borçlu–davalının icra takip dosyasından talep olunan bedeli 11.11.2010 tarihinde icra dosyasına yatırması üzerine de icra dosyasındaki bono davalıya iade edilmiş, bunlardan sonra davacı–alacaklı bu kez işbu davaya konu icra dosyası ile aynı bonoya dayalı olarak bakiye 10.000.00 TL alacaklı olduğunu belirterek davalı aleyhine ilamsız takibe başlamış olup davalının itirazı üzerine temyize konu itirazın iptali davası açıldığı anlaşılmıştır.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, bononun icra dosyasına yapılan ödeme üzerine davalı-borçlunun eline geçtiği; bononun davalı elinde bulunmasının 818 sayılı Kanun’un 88/son maddesi uyarınca ifanın karinesi olduğu, karinenin aksini iddia edenin ispat yükü altında olduğu, buna göre davacı-alacaklının bonodan dolayı bakiye bir alacağı bulunduğunu kanıtlama yükümü altında olduğu gözetilmeksizin ispat yükünün tayininde hataya düşülerek yanılgılı gerekçe ile karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

O halde, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen Geçici Madde 3 atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcınnın yatırana geri verilmesine, 27.03.2015 gününde oybirliği ile karar verildi

26 Nisan 2016 Salı

MÜŞTERİSİ TARAFINDAN KEŞİDE EDİLEN VE KARŞILIKSIZ ÇIKAN ÇEK,ÇEK İPTALİ İSTEMİ

Taraflar arasındaki “çek iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 9.Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 01.04.2010 gün ve 2010/59 E.-2010/156 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 16.01.2012 gün ve 2010/7886 E.-2012/157 K. sayılı ilamı ile;
(...Davacı vekili, müvekkili bankanın müşterisi tarafından keşide edilen çekin karşılıksız çıktığını, ilgili şube tarafından yasal yükümlülük tutarı 470 TL’nin ödendiğini, şube tarafından çekin gönderildiği diğer şubede çekin zarftan çıkmadığını, kaybolduğunu ileri sürerek çekin iptalini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, davacının çekin hamili değil muhatabı olduğu, çek iptali davasının hamil tarafından açılabileceği, davacının hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, çekin kaybolması nedeniyle iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, davacı bankanın çekin hamili değil muhatabı olduğu ve hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de, çek hamilinin davacı bankaya tahsili için ibraz ettiği çekin başka şubeye gönderilmesi sırasında kaybolduğu, dolayısıyla vekil hamil konumunda olan davacı bankanın bu davayı açabileceği göz önünde bulundurularak, deliller değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken belirtilen gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, çek iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkili bankanın müşterisi tarafından keşide edilen çekin karşılıksız çıktığını, ilgili şube tarafından yasal yükümlülük tutarı 470,00 TL ödendikten sonra çekin şube tarafından gönderildiği diğer şubede kaybolduğunu ileri sürerek, çekin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; çek iptali davasının çekin hamili tarafından açılabileceği, davacı bankanın ise çekin hamili değil muhatabı olduğundan eldeki davayı açmada hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; çekin tahsili için ibraz edildiği bankanın çek iptali davası yönünden vekil hamil mi, yoksa muhatap mı olduğu ile varılacak sonuca göre bankanın çek iptali davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Davaya konu istem, çek iptaline ilişkin bulunmakla öncelikle ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun iptali düzenleyen "Önleyici önlemler" başlıklı 757. maddesinde;

'' (1) İradesi dışında poliçe elinden çıkan kişi, ödeme veya hamilin yerleşim yerindeki asliye ticaret mahkemesinden, muhatabın poliçeyi ödemekten menedilmesini isteyebilir.

(2) Mahkeme, ödemeyi meneden kararında muhataba, vadenin gelmesi üzerine poliçe bedelini tevdi etmeye izin verir ve tevdi yerini gösterir."

"İade davası" başlıklı 763. maddesinde ise;

'' (1) Elden çıkan poliçe mahkemeye sunulursa, mahkeme, iade davası açması için dilekçe sahibine uygun bir süre verir. Dilekçe sahibi bu süre içinde dava açmazsa, mahkeme, poliçeyi, sunmuş olana geri verir ve muhatap hakkındaki ödeme yasağını kaldırır." düzenlemesine yer verilmiştir.

Kanunun "İptal kararı" başlıklı 764. maddesi uyarınca;

''(1) Elden çıkan poliçe, verilen süre içinde mahkemeye sunulmazsa, iptaline karar verilir.

(2) Poliçenin iptaline karar verilmiş olmasına rağmen, dilekçe sahibi kabul edene karşı poliçeden doğan istem hakkını ileri sürebilir.

Hükümleri yer almaktadır.

Anılan maddeler uyarınca, çekin iptaline ilişkin dava açma hakkı çeki kaybeden hamile aittir. Çekin hamili çekin iptal davasını olumlu şekilde sonuçlandırdıktan sonra çek bedelini çekin keşidecisinden talep edebilir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davanın bankanın Akay şubesi tarafından açıldığı, çekin incelenmesinde davacı şubenin vekil hamil değil dava konusu çekin muhatabı olduğu ve bu çeki kendisine ibraz ve teslim edildikten sonra kaybettiği anlaşılmaktadır.
Çek iptali davası açma hakkı çeki kaybeden hamile ait olup, çek hamili çek iptal davasını olumlu şekilde sonuçlandırdıktan sonra çek bedelini çekin keşidecisinden talep edebileceğinden, somut olayda davacı banka, çekin muhatabı olduğundan çeki iptal ettirmesi halinde çek bedelini çekin keşideciden talep etme imkanı bulunmamaktadır.
Davacı muhatap banka müşterisi tarafından keşide edilen ve karşılıksız çıkan bu çek için ödemiş olduğu yasal yükümlülük tutarını bu ödemeyi yasal delillerle ispatlayarak müşterisinden talep edebilir. Bu talepte bulunabilmesi için çeki iptal ettirmesine gerek bulunmamaktadır ve muhatap banka, keşideci yararına ödeme yapar.
Bu itibarla davacının işbu davayı açmakta hukuki yararı da yoktur.
O halde, yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan direnme kararının onanması gerekmiştir.


S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçeyle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 18.03.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.

ULUSLARARASI KORUMA BAŞVURU SAHİBİ VE ULUSLARARASI KORUMA STATÜSÜ SAHİBİ KİŞİLERİN ÇALIŞMASINA DAİR YÖNETMELİK


ULUSLARARASI KORUMA BAŞVURU SAHİBİ VE ULUSLARARASI KORUMA STATÜSÜ SAHİBİ KİŞİLERİN ÇALIŞMASINA DAİR YÖNETMELİK

ÖZET...
Yönetmeliğe göre başvuru sahibi ile şartlı mülteciler, yetkili makamlardan alacakları kimlik belgeleri ile çalışma iznine başvuracak. Çalışma izni başvurusu uluslararası koruma başvurusu tarihinden altı ay sonra yapılabilecek.
Çalışma izni başvuruları e-Devlet üzerinden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yapılacak.
Çalışma izni başvurularının değerlendirilmesinde “Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinde” belirlenen esaslar dâhilinde Bakanlıkça belirlenecek değerlendirme kriterleri uygulanacak.
Belirli bir ilde ikamet etme yükümlülüğü getirilen başvuru sahibi ve şartlı mültecinin, bu il sınırları dışında çalışma izni almak için yaptığı başvurular, İçişleri Bakanlığının görüşü alınarak sonuçlandırılacak.
Yönetmelik çalışma izni başvurularının reddi, çalışma izninin iptali ve geçersiz hale getirilmesi gibi durumları da düzenliyor.


BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç ve Kapsam, Dayanak ve Tanımlar
Amaç ve kapsam
MADDE 1 – (1) Bu Yönetmeliğin amacı, 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu uyarınca başvuru sahibi, mülteci, şartlı mülteci, ikincil koruma statüsü sahibi sayılan yabancıların Türkiye’de çalışmalarına ilişkin usul ve esasları belirlemektir.
Dayanak
MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Kanunun 89 uncu maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.
Tanımlar
MADDE 3 – (1) Bu Yönetmelikte geçen;
a) Bakanlık: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını,
b) Başvuru sahibi: Uluslararası koruma talebinde bulunan ve henüz başvurusu hakkında son karar verilmemiş olan kişiyi,
c) İkincil koruma statü sahibi: 6458 sayılı Kanunun 63 üncü maddesinde tanımlanan yabancıyı,
ç) Kanun: 27/2/2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunu,
d) Kimlik belgesi: Başvuru sahibi veya uluslararası koruma statüsü sahibi olan yabancılar adına 6458 sayılı Kanunun 69 uncu, 76 ncı ve 83 üncü maddeleri uyarınca tanzim edilen belgeyi,
e) Mülteci: 6458 sayılı Kanunun 61 inci maddesinde tanımlanan yabancıyı,
f) Şartlı mülteci: 6458 sayılı Kanunun 62 nci maddesinde tanımlanan yabancıyı,
g) Uluslararası koruma statüsü: 6458 sayılı Kanuna göre verilen mülteci statüsü, şartlı mülteci statüsü veya ikincil koruma statüsünü,
ğ) Yabancı: Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile vatandaşlık bağı bulunmayan kişiyi,
ifade eder.
İKİNCİ BÖLÜM
Genel Esaslar
Mülteci ve ikincil koruma statüsü sahibi kişilerin çalışması
MADDE 4 – (1) Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibi kişiler statü almasından itibaren bağımlı veya bağımsız olarak çalışabilir.
(2) Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibinin kimlik belgesi, çalışma izni yerine geçer ve bu durum kimlik belgesine yazılır.
(3) Statülerin herhangi bir nedenle sona ermesini veya kimlik belgelerinin iptalini gerektirecek nedenler, yabancının çalışma hakkını da sona erdirir.
(4) Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibi kişilerin; çalıştığı il, meslek, sektör ile bağımlı veya bağımsız çalışma durumuna ait güncel bilgiler İçişleri Bakanlığınca Bakanlığa bildirilir.
Başvuru sahibi ve şartlı mülteci statüsü sahibi kişilerin çalışması
MADDE 5 – (1) Başvuru sahibi ve şartlı mülteci statüsü sahibi kişiler çalışmaya başlamadan önce çalışma izni almakla yükümlüdür. Bu kişilerden başvurusu uygun görülenlere çalışma izni Bakanlık tarafından verilir.
(2) Geçerli çalışma iznine sahip olmak, başvuru sahibi ve şartlı mülteci sayılan yabancılara Türkiye’de mutlak kalış hakkı sağlamaz.
Çalışma izni başvuru şartları
MADDE 6 – (1) Başvuru sahibi ile şartlı mülteci yetkili makamlardan alacakları başvurusunu veya statülerini gösteren kimlik belgeleri ile çalışma iznine başvurabilirler.
(2) Geçerli kimlik belgesi olmadıkça, başvuru sahibi veya şartlı mülteci statüsü sahibi kişinin geçerli çalışma izninin olması, farklı bir işveren yanında veya bağımsız olarak çalışma izni başvurusu yapma hakkı vermez.
(3) Çalışma izni başvurusu uluslararası koruma başvurusu tarihinden altı ay sonra yapılabilir.
(4) Belirli bir ilde ikamet etme yükümlülüğü getirilen başvuru sahibi ve şartlı mültecinin, bu il sınırları dışında çalışma izni almak için yaptığı başvurular, İçişleri Bakanlığının görüşü alınarak sonuçlandırılır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Başvuru Sahibi ve Şartlı Mültecilere Çalışma İzni Verilmesi
Çalışma izni başvuru usulü
MADDE 7 – (1) Çalışma izni başvuruları e-Devlet Kapısı üzerinden Bakanlığa yapılır.
(2) Başvuruda talep edilen belgelerin taranarak yabancıların çalışma izinleri otomasyon sistemine yüklenmesi ve yabancıya ve işverene ait bilgilerin girilmesi, istenilen belgelerin Bakanlığa ulaştırılması gereklidir.
Çalışma izni uzatma başvurusu
MADDE 8 – (1) Çalışma izni uzatma başvurusu aynı işveren yanında çalışmaya devam etmek üzere e-Devlet Kapısı üzerinden Bakanlığa yapılır. İşveren değişikliği olan uzatma başvuruları reddedilir.
(2) Çalışma izni uzatma başvurusunda başvuru sahibi veya şartlı mülteciye ilişkin geçerli kimlik belgesinin ibrazı aranır.
(3) Çalışma izni uzatma başvurusu, çalışma izni geçerlilik süresi dolmadan yapılır.
(4) Başvuru sahibi veya şartlı mülteci geçerli kimlik belgesi olmak ve uzatma başvurusu yaptığını belgelemek kaydıyla, çalışma izni uzatma başvurusunun yapıldığı tarihten itibaren bu başvuru sonuçlanıncaya kadar, aynı işyerinde çalışmaya devam edebilir.
Çalışma izni muafiyeti başvurusu
MADDE 9 – (1) Mevsimlik tarım veya hayvancılık işlerinde çalışacak başvuru sahibi ve şartlı mülteci statüsü sahibi yabancılar, çalışma izni muafiyeti kapsamındadır. Çalışma izni muafiyeti başvuruları, uluslararası koruma sağlanan ildeki Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne yapılır.
(2) Bakanlıkça, mevsimlik tarım veya hayvancılık işlerinde çalışacak başvuru sahibi ve şartlı mülteci statüsü sahibi yabancılara ilişkin il ve kota sınırlaması getirilebilir.
Çalışma izni başvurularının değerlendirilmesi
MADDE 10 – (1) Çalışma izni başvurularının değerlendirilmesinde, Kanunda ve 29/8/2003 tarihli ve 25214 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinde belirlenen esaslar dâhilinde Bakanlıkça belirlenecek değerlendirme kriterleri uygulanır.
Çalışma izni başvurularının reddi
MADDE 11 – (1) Çalışma izni başvurularının reddinde, Kanunun 14 üncü maddesi hükümleri yanında;
a) Uluslararası koruma başvuru tarihi üzerinden altı ay geçmediğinin,
b) Bakanlığa gerekli belgelerin teslimi dâhil başvuru tamamlandığında, kimlik belgesinin geçerlilik süresinin otuz günden az kaldığının,
c) 6458 sayılı Kanun uyarınca kesinleşmiş sınır dışı kararı alındığının,
ç) Belirli bir ilde ikamet etme yükümlülüğü getirilen başvuru sahibi ve şartlı mültecinin bu il sınırları dışında çalışma izni almak için yaptığı başvurularda İçişleri Bakanlığınca olumsuz görüş bildirildiğinin,
tespiti halinde çalışma izni veya çalışma izni uzatma başvurusu reddedilir.
Eksik evrak tespiti
MADDE 12 – (1) Başvurunun eksik evrak ile yapıldığının tespiti halinde, eksik belgelerin tamamlanması istemiyle başvuru sahibine bilgi verilir. Eksik evrakın on beş gün içerisinde yabancıların çalışma izinleri otomasyon sistemine yüklenilmesi veya Bakanlığa ulaştırılması durumunda değerlendirme süreci devam eder. Aksi halde başvuru reddedilir.
İlgili mercilerden görüş alınması
MADDE 13 – (1) Bakanlık çalışma izni başvurularının değerlendirilmesinde ilgili mercilerden görüş alabilir.
(2) Belirli bir ilde ikamet etme yükümlülüğü getirilen başvuru sahibi veya şartlı mültecinin bu il sınırları dışında çalışma izni almak için yaptığı başvurulara ilişkin görüş alınması elektronik ortamda gerçekleştirilir.
(3) İlgili merciler görüşlerini en geç on beş gün içinde Bakanlığa bildirirler. Süresi içinde bildirilmeyen görüşler Bakanlıkça olumlu kabul edilir.
Harç alımı
MADDE 14 – (1) Başvuruları olumlu değerlendirilen başvuru sahibinden veya şartlı mülteciden ya da bunların işverenlerinden 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu hükümleri gereğince çalışma izni harcı tahsil edilir.
Çalışma izni süresi
MADDE 15 – (1) Çalışma izni, 4817 sayılı Kanunun 5 inci maddesinde belirtilen sürelerle verilebilir.
(2) Başvuru sahibi veya şartlı mülteci adına düzenlenen çalışma izni süresinin kimlik belgesi süresinden uzun olması halinde İl Göç İdaresi Müdürlüğünce çalışma izni süresi esas alınarak yeni bir kimlik belgesi düzenlenir.
Çalışma izni verilmesi ve bildirim
MADDE 16 – (1) Başvuru sahibi veya şartlı mülteci adına Bakanlıkça çalışma izin belgesi veya muafiyet belgesi düzenlenir ve bu durum İçişleri Bakanlığı ile varsa işverene bildirilir.
(2) Mevsimlik tarım veya hayvancılık işlerinde çalışması uygun görülen başvuru sahibi veya şartlı mülteciye çalışma izni muafiyet belgesi verilir.
(3) Başvuru sahibi veya şartlı mülteci adına düzenlenen çalışma izni veya çalışma izni muafiyet belgeleri 6458 sayılı Kanunda düzenlenen ikamet izinleri yerine geçmez.
Ücret
MADDE 17 – (1) Başvuru sahibi veya şartlı mülteciye asgari ücretin altında ücret ödenemez.
Çalışmanın sınırlandırılması
MADDE 18 – (1) Başvuru sahibi veya şartlı mülteciye çalışma izni verilmesi; izin türü, süre, meslek, sektör, işkolu, mülki ve coğrafi alan bakımından Bakanlıkça sınırlandırılabilir. Ancak, Türkiye’de üç yıl ikamet eden veya Türk vatandaşıyla evli olan ya da Türk vatandaşı çocuğu olan mülteci ve ikincil koruma statüsü sahipleri için bu sınırlamalar uygulanmaz.
Çalışma izninin iptali
MADDE 19 – (1) Kanunun 15 inci maddesinde yer alan hallerden birinin ortaya çıkması, başvuru sahibi veya şartlı mülteci statüsü sahibi kişilerin veya işverenin talebi veya yabancı hakkında 6458 sayılı Kanun uyarınca kesinleşmiş sınır dışı kararı alındığının İçişleri Bakanlığınca bildirimi üzerine Bakanlıkça çalışma izni iptal edilir.
Çalışma izninin geçersiz hale gelmesi
MADDE 20 – (1) Çalışma izni belgesi süresinin sona ermesi veya iptal edilmesiyle geçerliliğini kaybeder.
Dernek, vakıf ve kar amacı gütmeyen kuruluşlarda çalışma
MADDE 21 – (1) 4/11/2014 tarihli ve 5253 sayılı Dernekler Kanunu uyarınca kamu yararına çalışan dernek statüsüne sahip dernekler ile 30/7/2003 tarihli ve 4962 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Vakıflara Vergi Muafiyeti Tanınması Hakkında Kanun uyarınca vergi muafiyeti tanınan vakıflar, insani yardım hizmeti faaliyetlerinde uluslararası koruma başvuru veya statü sahibi yabancıları çalıştırmak üzere Bakanlığa başvurabilir.
(2) Birinci fıkra kapsamında yer almayan dernekler, dernek şube veya temsilcilikleri, federasyonlar, konfederasyonlar ve yabancı dernekler ile merkezleri yurt dışında bulunan dernek ve vakıf dışındaki kar amacı gütmeyen kuruluşların Türkiye’deki şube veya temsilcilikleri uluslararası koruma başvuru veya statüsü sahibi yabancıları çalıştırmak üzere Bakanlığa başvurabilir. Ancak, başvuru yapan kuruluşa ilişkin İçişleri Bakanlığının uygun görüşü aranır. Uygun görüş alınamayan kuruluşlara ait başvurular değerlendirme yapılmaksızın işlemden kaldırılır.
Mesleki eğitim
MADDE 22 – (1) Başvuru sahibi veya şartlı mülteci Türkiye İş Kurumu tarafından aktif işgücü hizmetleri kapsamında düzenlenen kurs ve programlar kapsamında bir işyerinde mesleki eğitim ve işbaşı eğitimi görebilir. Bu kişilerin eğitim süresinin sonunda aynı işyerinde çalıştırılacak olması halinde ilgili işveren tarafından çalışma izni başvurusunda bulunulmalıdır.
(2) Bu madde kapsamında yapılacak başvurularda, Bakanlıkça işyeri istihdam kotası farklı uygulanabilir.
Sosyal güvenlik yükümlülüğü
MADDE 23 – (1) Çalışma izni alan yabancılar ile yabancı çalıştıran işverenler, sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirirler. Bu yükümlüğü yerine getirmeyenler hakkında 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümleri uyarınca idari yaptırım uygulanır.
Hüküm bulunmayan haller
MADDE 24 – (1) Bu Yönetmelikte hüküm bulunmayan hallerde, Kanunun ve Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin ilgili hükümleri uygulanır.
Geçiş hükümleri
GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Bu Yönetmelik uyarınca belirli bir ilde ikamet etme yükümlülüğü getirilen başvuru sahibi veya şartlı mültecinin bu il sınırları dışında çalışma izni almak için yaptığı başvurulara ilişkin görüş alınmasının elektronik ortamda gerçekleştirilmesine ilişkin İçişleri Bakanlığı ile Bakanlık arasında uygun teknik altyapı sağlanıncaya kadar, görüş alınmasında ve karşılıklı bildirimde bulunulmasında elektronik posta dâhil iletişimi kolaylaştıracak araç, gereç ve yöntemler kullanılır.
(2) Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüklerinde uygun teknik altyapı sağlanıncaya kadar, mevsimlik tarım veya hayvancılık işlerinde çalışacak başvuru sahibi veya şartlı mültecinin çalışma izni muafiyet başvuruları Bakanlığa yapılır. Talebi uygun bulunanlara ilişkin bilgiler Bakanlıkça İçişleri Bakanlığına bildirilir.
Yürürlük
MADDE 25 – (1) Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 26 – (1) Bu Yönetmelik hükümlerini Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yürütür.