2 Mayıs 2017 Salı

İŞ SÖZLEŞMESİNDE HAKİMİN FAHİŞ GÖRDÜĞÜ CEZAİ ŞARTTA İNDİRİM YAPABİLECEĞİ



Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 9. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 13.06.2012 gün ve 2010/929 E., 2012/388 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 07.03.2013 gün ve 2012/15159 E., 2013/4687 K sayılı kararı ile bozulması ve İstanbul 9. İş Mahkemesinin davanın kısmen kabulüne dair verilen önceki kararda direnilmesine ilişkin 19.09.2013 gün ve 2013/268 E., 2013/517K. sayılı kararının davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine bu kez Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 27.02.2014 gün ve 2014/3382 E., 2014/4162 K. sayılı kararı ile maddi yanılgı sonucu oluşturulan önceki bozma kararının ortadan kaldırılmasına karar verildikten sonra karar;

"…Taraflar arasında iş sözleşmesinde kararlaştırılan cezai şartın talep şartlarının oluştuğu yönündeki mahkeme değerlendirmesi dosya içeriğine uygundur.

Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 161. maddesine göre, taraflar cezanın miktarını seçmekte serbesttirler. Buna göre belirli süreli iş sözleşmesinin kalan süresine ait ücretlerinin ya da bunun katlarının ödenmesi gerektiği yönünde ceza miktarı belirlenmesi mümkündür. Aynı Kanun'un 161/son maddesinde ise, fahiş cezai şartın hâkim tarafından tenkis edilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır. İş hukuku uygulamasında işçi aleyhine cezai şart düzenlemeleri bakımından konunun önemi bir kat daha artmaktadır. Şart ve ceza arasındaki ilişki gözetilerek, işçinin iktisadi açıdan mahvına sebep olmayacak çözümlere gidilmelidir.

İşçinin belli bir süre çalışması şartına bağlanan cezalardan, sözleşme kapsamında çalışılan ve çalışması gereken sürelere göre oran kurularak indirime gidilmelidir. Mahkemece 818 sayılı Kanun'un 161/son maddesi gereği bir indirimin gerekliliği hususu tartışılıp değerlendirilmesi…"
gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, işçilik alacakları ile ceza koşulunun tahsili için girişilen icra takibine yönelik itirazın iptali istemine ilişkindir. 

Davacı vekili müvekkilinin iş sözleşmesini, işçilik alacaklarının ödenmemiş olması sebebiyle haklı olarak feshettiğini, alacaklarının tahsili için başlattığı ilamsız takibe davalı tarafından haksız şekilde itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına ve icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili davacının iş sözleşmesini haklı sebep olmaksızın sona erdirdiğini, iddia edilen alacakların da mevcut bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece maaş dışında ödenen primlerin bordrolarda gösterilmemesi nedeni ile SSK priminin kuruma eksik yatırıldığı, 2009 yılına ait prim alacağı olduğu, SSK primlerinin eksik bildirilmesi nedeni ile davacının iş akdini haklı sebep ile feshetmesi nedeni ile kıdem tazminatına hak kazandığı, kullandırıldığı veya karşılığının ödendiği ispat edilemediğinden 33 gün yıllık izin alacağı olduğu, 2009 yılına ait 1.486,00-TL prim alacağı olduğu, taraflar arasındaki sözleşmenin 13/2 maddesine göre iş akdini haklı nedenle feshetmesi sebebi ile 4.000 Euro tazminat talep edebileceği gerekçesiyle icra takibine yapılan itirazın 12.289,00-TL kıdem tazminatı , 8.289,20-TL tazminat, 2.136,49-TL izin alacağı, 1.486,00-TL prim alacağı olmak üzere toplam 24.200,69-TL üzerinden iptali ile takibin devamına karar verilmiştir

Hükmün davalı vekili tarafından temyizi üzerine; Özel Daire tarafından davacının yaptığı işin niteliğine göre belirli süreli sözleşme yapılmasını gerektiren objektif koşulların bulunmadığı, bu durumda iş sözleşmesinin başlangıçtan itibaren belirsiz süreli olduğunun kabulü gerektiği, iş sözleşmesi süre yönünden geçerli olmadığına göre belirli süreye uyulması amacıyla öngörülen ceza koşulunun da geçerli olmayacağı gerekçesi ile ceza koşuluna ilişkin kısım yönünden bozulmuştur.

Yerel mahkemece, davacının talebinin iş sözleşmesinin süresinden önce feshi nedeniyle ceza koşuluna ilişkin olmayıp, taraflar arasındaki iş sözleşmesinin 13/2 maddesi uyarınca sözleşmenin davacı işçi tarafından haklı nedenle feshinden kaynaklanan ceza koşulu istemine ilişkin olduğu belirtilmek suretiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme hükmünün 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun geçici 2. maddesi uyarınca incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesince önceki bozma kararının maddi yanılgı sonucu oluşturulduğu belirtilerek bozma kararı ortadan kaldırılmış ve direnme hükmü yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile oyçokluğu ile bozulmuştur.
Yerel Mahkemece taraflar arasındaki iş sözleşmesinin belirsiz süreli iş sözleşmesi olması nedeniyle bakiye süre ile ilgili ceza koşulunu talebe hakkı olup olmadığına dair mahkemece değerlendirme yapılması gerekmediği kanaatiyle önceki kararda direnilmiş, direnme hükmü davalı vekilince temyize getirilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının talebinin iş akdinin süresinden önce feshinden kaynaklanan ceza koşulu alacağı mı yoksa taraflar arasındaki iş sözleşmesinin 13/2 maddesi uyarınca haklı nedenle feshe dayalı ceza koşulu alacağı mı olduğu, burada varılacak sonuca göre ceza koşulu alacağından indirim yapılıp yapılamayacağı noktalarında toplanmaktadır.

Sözleşme ve dava tarihi itibariyle uyuşmazlığa uygulanması gereken kanun, 818 sayılı Borçlar Kanunudur. Anılan Kanunda cezai şart (ceza koşulu) düzenlenmiş (m. 158-161) ancak tanımlanmamıştır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.02.1971 gün ve E:1505, K:85 sayılı kararında ceza koşulu için "geçerli bir borcun yerine getirilmemesi veya eksik yerine getirilmesi ya da belli bir yerde, belli bir zamanda yerine getirilmemesi durumunda borçlunun ödemesi gereken ve malca değeri olup, bir hukuk işlemi ile belli edilen götürü bir edimdir" denilmiştir.

Öğretide ise ceza koşulu, bir borcun ifa edilmemesi veya eksik ifa edilmesi halinde ödenmesi gerekli, parasal değer taşıyan ve hukuki işlemle kararlaştırılmış bir edim olduğu belirtilmektedir. (Tunçomağ, K. :Türk Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt:I, İstanbul 1976, s.853 vd.).

Ceza koşulu, asıl borcun fer'i olup ona bağlı fakat ayrı bir edim niteliği taşır (Hukuk Genel Kurulunun 20.03.1974 gün ve 1970/T-1053, K;1974/222 sayılı kararı).

Ceza koşulu sözleşmeyle ve tarafların serbest iradelerine ve sözleşme serbestisine bağlı olarak tespit edilir. Taraflar bu çerçeve içerisinde ceza miktarını serbestçe kararlaştırabilirler.(818 s. BK. m. 161/I) Ahde vefa ilkesinin sonucu olarak taraflar serbest iradeleriyle meydana getirdikleri sözleşmelere aynen uymakla yükümlüdürler. Ancak gerek sözleşmenin yapıldığı sırada gerekse sonradan ortaya çıkan bir takım şartların sözleşmeler üzerindeki etkisi nedeni ile söz konusu ilkeye bir takım sınırlamalar getirilmesini zorunlu kılmıştır. Özellikle modern hukuk sistemlerinde hakime sözleşmeye müdahale etme yetkisi tanınarak taraflar arasında başlangıçta mevcut bulunan menfaat dengesinin korunması amaçlanmıştır. Kanunen hakime tanınmış olan bu yetki, onun normal görevleri dışında olup, istisnai niteliktedir. Böyle istisnai durumlarda hakim sözleşmeye müdahale ederek onu ya değiştirir ya da tamamen ortadan kaldırır.

Sözleşmede kararlaştırılan ceza koşulunun alacaklının uğradığı zarara oranla bir miktar yüksek olması onun geçersiz olması sonucunu doğurmayacağı gibi salt bu durum bir indirim nedeni değildir. Kaldı ki alacaklının hiçbir zararı olmasa bile ceza koşulu yine de ödenmesi gereklidir. Ceza koşulunun miktarı bazen ahlak sınırlarını aşacak nitelikte olmamakla beraber tarafların menfaat durumlarıyla karşılaştırıldığında abartılı ve bundan dolayı adalet duygularını incitecek derecede aşırı olabilir. Hatta kararlaştırılan ceza koşulunun miktarı, borçlunun borca uygun olarak ifada bulunması amacına hizmet etmekten çıkıp ekonomik bir yıkım aracı haline gelebilir. Bu nedenle 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda olduğu gibi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da hakime ekonomik yönden zayıf olanın sömürülmesini engellemek ve taraf menfaatleri arasında adil bir denge sağlamak amacı ile aşırı gördüğü ceza koşulunu indirme mükellefiyeti yüklenmiştir ve bunun için 818 s. BK’nun 161/3 (TBK 182/3) maddesiyle “Hakim fahiş gördüğü cezaları tenkis ile mükelleftir” hükmü getirilmiştir. Bu düzenlemeden de anlaşıldığı üzere taraflar talep etmese bile hakim ceza koşulundan indirim yapılıp yapılmayacağını re’sen değerlendirmekle yükümlüdür. Bununla birlikte Türk Ticaret Kanunu’nun 24. maddesi “Tacir sıfatını haiz bir borçlu, Borçlar Kanununun 104 üncü maddesinin 2 nci fıkrasıyla 161 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında ve 409 uncu maddesinde yazılı hallerde, fahiş olduğu iddiasıyla bir ücret veya cezanın indirilmesini mahkemeden isteyemez.” hükmünü taşımaktadır. Her iki kanun hükmünün emredici, dolayısıyla da re’sen gözetilmesi gereken hükümler olduğu açıktır.

Somut olayda, davalı işverenin tacir olması nedeniyle Türk Ticaret Kanunun 24. maddesinin açık düzenlemesine rağmen 818 s. BK’nun 161/3 maddesinin uygulanma imkânının bulunup bulunmadığının belirlenmesi açısından taraflar arasındaki hukuki ilişkinin niteliği üzerinde de durulması gerekmektedir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki işveren ile işçi arasındaki ilişki Türk Ticaret Kanununun 3. maddesinde tanımlanan ticari iş niteliğinde olmayıp, 4857 sayılı İş Kanunundan kaynaklanan ve İş Kanunu hükümlerine bağlı ve bu çerçeve içinde kendine özgü bir hizmet sözleşmesidir. İşçi işveren ilişkisinin kamu düzeni ile ilgili olmasının yanında iş hukukunun temel ilkelerinden biri olan “tarafların dengeli tutulması” ilkesi de bu kabulü doğrulamaktadır. O halde sözleşmede hüküm altına alınan cezai şartın Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin öngördüğü anlamda bir ticari ilişkiden kaynaklanmadığı çok açıktır. Hal böyle olunca da davalı işverenin tacir olması taraflar arasında anlatılan hukuki ilişkinin kendine ve özellikle iş kanununa özgü niteliği karşısında Türk Ticaret Kanunun 24. maddesinin uygulanmayacağı kabul edilmelidir.

Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 15.10.1997 gün ve 1997/9-486,822 sayılı kararında da aynı ilkelere vurgu yapılmak suretiyle, tacir statüsünde olmasının, iş akdindeki cezai şart bakımından Türk Ticaret Kanunu’nun 24. maddesindeki kuralın işveren hakkında uygulanmasını gerektirmeyeceği kabul edilmiştir.

Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olaya bakıldığında; taraflar arasında davacının davalı şirkette marka patent danışmanı olarak çalışması konusunda 24.01.2005 günlü ve iki yıl süreli sözleşme düzenlenmiş ve sözleşmenin 13. maddesinin 2. fıkrasında “ İşçi, iş akdini haklı nedenlerle derhal feshederse, işveren kendisine dört bin (4.000) Euro tazminat ödemekle yükümlüdür” hükmüne yer verilmiştir. Sözleşmenin 14. maddesi 2. fıkrasında ise “hizmet sözleşmesinin süresinden önce haklı neden olmaksızın işçi veya işveren tarafından fesih olunursa, diğer tarafa dört bin (4.000) Euro cezai şart ödemek zorundadır.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Davacı 02.03.2010 tarihili ihtarname ile sözleşmeyi feshettiğini, ödenmeyen işçilik alacakları ile sözleşmenin 13/2. maddesinde hüküm altına alınan 4.000 Euro tazminatın ödenmesini talep ettiğini davalı işverene bildirmiş, yargılamanın devamı sırasında mahkemeye vermiş olduğu 08.06.2012 günlü dilekçesinde de cezai şart taleplerinin dayanağının sözleşmenin 13/2. maddesi olduğunu açıkça belirtmiştir.

Bu tespitlere ve tüm dosya içeriğine göre, davada talep edilen ceza koşulunun sözleşmenin 13/2. fıkrasında düzenlenen iş akdinin haklı nedenle feshine bağlanan ceza koşulu olduğu, ceza koşulu borçlusu işveren tacir olsa bile iş sözleşmesinde düzenlenen ceza koşulu bakımından Türk Ticaret Kanununun 24. maddesinin işveren hakkında uygulanmayacağı ve Borçlar Kanununun 161/3. maddesindeki emredici düzenleme nedeniyle hakimin fahiş gördüğü takdirde ceza koşulundan re'sen indirim yapmasının zorunlu olduğu Kurul çoğunluğunca kabul edilmiştir.

O halde, mahkemece Borçlar Kanununun 161/3. maddesindeki emredici hüküm nedeniyle ceza koşulundan indirim yapılıp yapılmayacağı hususu değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle direnme kararı verilmesi isabetsizdir.


Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, Türk Ticaret Kanununun 3. maddesindeki “Bu Kanunda düzenlenen hususlarla bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari işlerdendir” şeklindeki düzenleme karşısında, kanun koyucunun ticari iş sayılma noktasında iş ilişkileri bakımından herhangi bir istisna getirmediği, dolayısıyla tacir işverenin ticari işletmesinde istihdam edeceği işçisi ile yaptığı iş sözleşmesinin ticari işletmesiyle ilgili bir işlem olduğu, böyle olunca da ticari iş sayılması gerektiği, bu doğrultuda tacir işverenin Türk Ticaret Kanununun 24. maddesi gereğince bu iş sözleşmesinde öngörülen aşırı ceza koşulunun indirilmesini talep edemeyeceği görüşü dile getirilmiş ise de çoğunluk tarafından bu görüş benimsenmemiştir.

Diğer taraftan Özel Daire bozma kararının 2. bendinde yer alan “Buna göre belirli süreli iş sözleşmesinin kalan süresine ait ücretlerinin ya da bunun katlarının ödenmesi gerektiği yönünde ceza miktarı belirlenmesi mümkündür… İş hukuku uygulamasında işçi aleyhine cezai şart düzenlemeleri bakımından konunun önemi bir kat daha artmaktadır. Şart ve ceza arasındaki ilişki gözetilerek, işçinin iktisadi açıdan mahvına sebep olmayacak çözümlere gidilmelidir. İşçinin belli bir süre çalışması şartına bağlanan cezalardan, sözleşme kapsamında çalışılan ve çalışması gereken sürelere göre oran kurularak indirime gidilmelidir.” ifadelerinin maddi hata sonucu bozma kararında yer aldığı anlaşılmakla söz konusu cümlelerin de bozma kararından çıkartılması gerekmektedir.

Hal böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.

S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 25.01.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder