Üzerinde, dava açılması halinde yetkili mahkemelerin
gösterildiği, ancak, dava açma süresine ilişkin bir bilgiye yer verilmeyen
ödeme emri Anayasa’nın 36. maddesinde öngörülen hak arama hürriyetini
sınırlayıcı bir sonuç doğurduğu ve Anayasa’nın temel hak ve hürriyetlerin
korunmasını düzenleyen 40. maddesine aykırılık oluşturacağından, 30 gün içinde
açılan davanın 7 gün içinde açılmadığı gerekçesiyle dava açma süresinin
geçirildiğinden söz edilemeyeceği.
İstemin Özeti: Kanuni temsilcisi olduğu ileri sürülen (…)
Dış Ticaret Anonim Şirketinin 1997 ila 2002 yıllarına ilişkin muhtelif vergi
borçlarının tahsili amacıyla davacı adına düzenlenen ödeme emirlerinin iptali
istemiyle dava açılmıştır. (…) Vergi Mahkemesinin kararıyla; 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 58. maddesinde, kendisine ödeme
emri tebliğ olunan şahsın, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği-veya
zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde vergi
mahkemesi nezdinde dava açabileceğinin açıklandığı, dava konusu olan ve
18.05.2005 tarihinde tebliğ edilen ödeme emirlerine karşı 25.05.2005 tarihine
kadar dava açılması gerekirken, 16.06.2005 tarihinde kayda giren dilekçeyle
açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle 2577 sayılı Yasa’nın 15/1-b
maddesi uyarınca süreaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı,
davanın 30 günlük yasal sürede açıldığını, 7 günlük sürenin ödeme emrine
itirazla ilgili olduğunu, kendisinin ödeme emrine itiraz etmediğini, ödeme emri
düzenlenmesine ilişkin davalı İdare kararıyla birlikte ödeme emirlerinin de
iptalini talep ettiklerini ödeme emirlerinin yasal olmadığını ileri sürerek
kararın bozulmasını istemektedir.
Karar: Davacı adına 1997 ila 2002 yıllarına ilişkin
olarak düzenlenen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davayı süre aşımı
nedeniyle reddeden Vergi Mahkemesi kararı temyiz edilmiştir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın
“Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa
hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer
kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu ifade edilmiş, “Hak
arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde de, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan
faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiş,
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709
sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet,
işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını
ve sürelerini belirtmek zorundadır.” düzenlemesi öngörülmüş, bu ek fıkranın
gerekçesinde ise, “Bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar
haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amaçlanmaktadır. Son
derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesi
hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline
gelmiştir.” açıklaması yapılmıştır.
Söz konusu düzenlemeler ve anılan gerekçenin birlikte
değerlendirilmesinden; bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde anayasal
bir hak olan “hak arama hürriyetlerini” son derece dağınık mevzuat nedeniyle
sonuna kadar kullanabilmelerini sağlamak ve kolaylaştırmak amacıyla, Devletin
kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı
başvurulacak yargı veya idari makamların gösterilmesi, ayrıca söz konusu
başvurunun süresinin de belirtilmesi gerektiğinin bir Anayasal zorunluluk olduğu
ve bu zorunluluğa Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, yasama, yürütme ve
yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının
uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Anayasa
Mahkemesi’nin 18.10.2003 günlü ve E.2003/67, K.2003/88 sayılı Kararı’nda;
“Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hukuk güvenliğinin sağlanması
hukuk devleti ilkesinin yerine getirilmesi zorunlu koşullardandır. Statü
hukukuna ilişkin düzenlemelerde istikrar, belirlilik ve öngörülebilirlik göz
önünde bulundurularak hukuki güvenlik sağlanır. Bireyin insan olarak varlığının
korunmasını amaçlayan hukuk devletinde vatandaşların hukuk güvenliğinin
sağlanması zorunludur. Devlet açık ve belirgin hukuk kurallarını yürürlüğe
koyarak bunları uyguladığı zaman hukuk güvenliği sağlanır.” şeklindeki yorumla
somutlaşan “hukuk devleti” ve “belirlilik” ilkelerinin de bir gereğidir. Bu
bağlamda, Devletin bir kurumu olan vergi dairesi tarafından düzenlenen ödeme
emrinde de, ödeme emrine karşı başvurulacak kanun yolu veya varsa idari makamın
ve başvuru sürelerinin gösterilmesi gerekmekte olup, bu gereklilik ise ilgili
makamların takdirinde olmayıp, en üst hukuki norm olan Anayasa’nın
bağlayıcılığının zorunlu bir sonucudur.
Öte yandan, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun’un 55. maddesinde, amme alacağını vadesinde ödemeyenlere, 7 gün
içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumunun bir
“ödeme emri” ile tebliğ olunacağı, ödeme emrinde borcun asıl ve ferilerinin
mahiyet ve miktarları, nereye ödeneceği, müddetinde ödemediği veya mal
bildiriminde bulunmadığı takdirde borcun cebren tahsil ve borçlunun mal
bildiriminde bulununcaya kadar üç ayı geçmemek üzere hapis ile tazyik
olunacağı, gerçeğe aykırı bildirimde bulunduğu takdirde hapis ile
cezalandırılacağının kayıtlı bulunacağı, ayrıca, borçlunun 114. maddedeki
vazifeleri ve bu vazifeleri yerine getirmediği takdirde hakkında tatbik
edilecek olan cezanın bu ödeme emrinde kendisine bildirileceği kuralına yer
verilmiştir. Bu maddede, bir ödeme emrinde bulunması gereken hususlar ve
ibareler sayılmakla birlikte, ödeme emri tebliğ üzerine hangi yargı yerine veya
makama başvurulması gerektiği ve başvurunun süresinin ne olduğu yolunda bir
belirlemenin bulunmadığı görülmektedir.
6183 sayılı Yasa’nın 58. maddesinde ise, kendisine ödeme
emri tebliğ olunan şahsın, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya
zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde alacaklı
tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde
itirazda bulunabileceği, itirazın şekli, incelenmesi ve itiraz incelemelerinin
iadesi hususlarında Vergi Usul Kanunu hükümlerinin tatbik olunacağı hükme
bağlanmıştır. Diğer taraftan, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare
Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun’un “
Değiştirilen Deyimler” başlıklı 13. maddesinde de; vergi mahkemelerinin göreve
başlamasıyla bu mahkemelerin görev alanına giren konularla ilgili olarak diğer
kanunlarda yer alan, İtiraz Komisyonu, Vergiler Temyiz Komisyonu, Gümrük Hakem
Kurulu deyimlerinin, Vergi Mahkemesi, vergi ihtilafı deyiminin, vergi davası,
itiraz deyiminin ise, vergi mahkemesinde dava açılması anlamını taşıdığı
kuralına yer verilmiştir. Belirtilen Kanun hükümlerinin birlikte
değerlendirilmesinden; Anayasa’nın yukarıda sözü edilen 40. maddesinin ikinci
fıkrası hükmüne uyularak düzenlenmiş olmak koşuluyla, bir ödeme emri tebliği
üzerine 6183 ve 2576 sayılı Yasaların anılan hükümlerine göre Vergi Mahkemesi
nezdinde dava açma süresinin 7 gün olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
Yukarıda söz edilen Anayasal ve yasal kurallar karşısında, Anayasa’nın emredici
kuralına rağmen, 6183 sayılı Yasa’nın 55. maddesinde bir ödeme emrinde
bulunacak açıklamalar veya ibareler arasında ödeme emrine karşı yapılacak
başvuru yeri ve süresinin öngörülmemiş olmasının, Anayasa’nın doğrudan
uygulanabilirliği tartışmasının yapılmasını zorunlu hale getirmektedir. Kural
olarak Anayasa hükümleri doğrudan uygulanacak hükümler olmayıp, Anayasa’da
öngörülen düzenlemelere ilişkin olarak uygulama ile ilgili kanunların
çıkarılması gerekir. Ancak Anayasa’nın ayrıntılı biçimde düzenlediği konularda
uygulama kanunu çıkarılması gerekmediği gibi, mevcut Kanun’da Anayasa’ya
uygunluğu sağlayacak değişiklik yapılması gerekiyorsa bu değişikliğin yapılması
beklenilmeden ayrıntılı Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul
edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin 08.12.2004 günlü ve E:2004/84,
K:2004/124 sayılı Kararı’nda; “özel kanunlarda aksi yönde bir kural bulunmaması
halinde idari yaptırımlara karşı ilgililerin belirtilen düzenlemeler uyarınca
idari yargı yoluna başvurabilecekleri kuşkusuzdur. Bu bağlamda, 5225 sayılı
Kanun’da iptali istenen kurallar yönünden başvurulacak kanun yolu ve süresinin
özel olarak öngörülmemiş olması, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık
oluşturmaz. Kaldı ki, 40. maddenin ikinci fıkrasıyla Devlet’e verilen görev,
somut olaylarda ilgili kişiler hakkında tesis edilen işlemlere karşı
başvurulacak kanun yolları ve merciler ile sürelerin belirtilmesi zorunluluğu
olup, bu hususlara ilişkin olarak her yasada özel bir düzenleme yapma
yükümlülüğü içermemektedir.” açıklaması da Anayasa’nın söz konusu 40.
maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanabilirliği konusuna açıklık
getirmektedir. Bu nedenle, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrası, ayrı bir
yasal düzenlemeyi gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelikte bir kural
olup, öncelikle uygulanma zorunluluğu vardır. Buna göre; yasama, yürütme ve
yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının
işlemlerinde, bu işlemlere karsı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları
ile sürelerini belirtmeleri zorunludur.
İncelenen dosyada; Vergi Mahkemesince, davacı adına
düzenlenen ve 18.05.2005 tarihinde bizzat davacıya tebliğ edilen ödeme
emirlerine karşı 7 günlük dava açma süresinin son günü olan 25.05.2005 tarihi
geçirildikten sonra, 16.06.2005 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu
gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, dosyada bulunan ödeme
emri fotokopilerinin incelenmesinden; ödeme emrine karşı dava açılması halinde
yetkili mahkemenin İstanbul Vergi Mahkemesi olduğu belirtilmesine karşın, dava
açma süresine ilişkin bir bilgiye yer verilmediği tespit edilmiştir.
Bu durum ise, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasına
ilişkin gerekçesinde de belirtildiği gibi, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri,
İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkındaki
Kanun’da, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda ve 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun’da yer alan dava açma süreleri ve
bunlara ilişkin diğer özel düzenlemeler dikkate alındığında, son derece karışık
olan mevzuat karşısında bireylerin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması
açısından öngörülen zorunluluğa uyulmadığını göstermekte, dolayısıyla,
Anayasa’nın 36. maddesinde öngörülen hak arama hürriyetini sınırlayıcı bir
sonuç doğurmakta ve Anayasa’nın temel hak ve hürriyetlerin korunmasını
düzenleyen 40. maddesine açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Bu nedenle, özel
yasasında yer alan düzenleme gereği tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde
dava açılması gereken ödeme emirlerinin içeriğinde, bu bilgiye yer verilmemiş
olduğundan, bu ödeme emirlerine karşı açılan davada, anılan Anayasa hükmü
karşısında dava açma süresinin geçirildiğinden söz edilmesine olanak
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin
kabulüyle, (…) Vergi Mahkemesinin kararının bozulmasına, oybirliğiyle karar
verildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder